Bundan 2 yüzyıl kadar önce Avrupa’da şeker
almak için eczaneye gidiliyor ve yüklü bir para ödeniyordu. Şeker
fabrikalarının ortaya çıkışıyla rafine şeker ucuz bir malzeme olarak her eve
girmeye başladı.
Sofralarda masum bir misafir gibi duran şekere
bazı doktorlar “zehir”, bazılarıysa “uyuşturucu” isimlerini
yakıştırıyor.
Bu isimleri hak etmek için rafine şeker ne
yapıyor olabilir?
Rafine
Şekerin Ürkütücü Öyküsü
Şeker kamışı veya şeker pancarının tatlı özsuyu
kireç, karbonik asit ve kimyasal maddelerle işlendikten sonra ağartılmış rafine
şeker (diğer isimleriyle toz şeker, beyaz şeker, küp şeker, sofra şekeri) elde
edilir. Şeker kamışı ve şeker pancarında mineraller bulunurken, rafine şeker
ölü bir besindir, işlenmesi sırasında minerallerini kaybeder, sadece boş enerji
(kalori) verir. Sindirilmesi ve vücuttan atılması sırasında vücutta bulunan
değerli mineral ve vitaminleri tüketir.
Bedenimiz denge kurma konusunda çok hassastır.
Yüklü bir şeker alımından sonra bozulan asit-alkali dengesini yeniden kurmak
için vücudumuzdaki sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyum kaynakları kullanılır.
Her gün şeker alındığında, vücudun daha da derin kaynaklarından bu mineraller
çekilmeye başlanır. Kanı korumak için dişlerden ve kemiklerden çekilen kalsiyum
diş çürümesine ve genel olarak vücudun zayıf düşmesine neden olur.
Aşırı miktarda şeker alımı, en sonunda bütün
vücudu etkiler. Normalde şeker karaciğerde depolanmaktadır. Günlük doğal şeker
ihtiyacımızdan daha fazlası alınırsa, karaciğer balon gibi şişip genişlemeye
başlar. Karaciğer kapasitesini doldurduğunda fazla şekerin yağ formunu alarak
gideceği yer bel çevresi ve basenler gibi zararsız sayılabilecek bölgelerdir.
Bağışıklık
Sistemini Zayıflatıyor
Buradan sonraki istikamet ise, kalp, böbrek
gibi aktif organlar olur. Tüm’ vücut bu organlarda yağ depolanmasından
etkilenir; tansiyonda değişiklikler görülür, sinir sistemi etkilenmeye başlar.
Doku oluşumu yavaşlar ve bağışıklık sistemi zayıflar. En ufak hava değişikliğinde
veya mikrop saldırısında hastalanmaya başlarız.
Aşırı şeker alımı beyni de olumsuz yönde
etkiliyor. Beyin fonksiyonları için, bağırsaklarımızdaki simbiyotik bakteriler
tarafından da üretilebilen B vitaminlerine ihtiyaç duyarız. Şekerin düzenli olarak
her gün alınması bu bakterilerin azalmasına ve ölmesine sebep olur, dolayısıyla
B vitaminleri rezervimiz azalır. Fazla şeker hesaplama ve hatırlama
becerilerimizi kaybettirir, uykulu bir hal verir.
Şeker hakkında yapılmış birçok araştırma,
yazılmış birçok metin var. Dr. William Coda Martin, Dr. A. Vogel, Dr. Le Goff,
Prof. Magandie, Dr. Weston A. Price, Dr. Abram Hoffer, Dr. John Tintera gibi
doktorlar ve diş hekimleri yaptıkları deney ve araştırmalarla rafine şekerin
zararlarını ortaya koyuyorlar.
Rafine şekerin zararlı olmasının en büyük
sebebi rafinasyon işleminden sonra sadece ve sadece saf şekerden oluşan bir
hale gelmesi. Bazı doktorlar” eroin kadar saf” diyorlar. Haşhaş örneğinde
olduğu gibi… Haşhaş da zararsız bir bitki ama rafine edildiğinde ortaya
çıkartılan eroin öldürücü. Şekerin asıl kaynağı olan şeker kamışı ve şeker
pancarı da haşhaş gibi, zararsız. 1929 yılında Panama’da, bol miktarda rafine
şeker yiyen şeker kamışı tarlası sahiplerinde yüksek oranda diyabet görülmüş.
Oysa şeker kamışını olduğu gibi, çiğ olarak çiğneyen işçilerde diyabete
rastlanmamış.
Elma, üzüm, kayısı, karpuz, bezelye, mısır,
havuç gibi birçok gıdada şeker bulunur ama lif, protein, vitamin, mineral ve su
da ihtiva ettikleri için vücutta saf şekerin yıkıcı etkisini göstermezler.
1930′lu yıllarda Dr. Weston A. Price tüm
dünyadan çeşitli ülkeleri gezerek “Nutrition and Physical Degeneration: A
Comparison of Primitlve and Modem Diets and Their Effects -Beslenme ve fiziksel
Dejenerasyon: İlkel ve Modern Diyetlerin ve Etkilerinin Karşılaştırması” isimli
kitabını hazırlamış. Araştırmasının sonuçlarına göre “ilkel” koşullarda
yaşayan, kendi çevrelerindeki rafine edilmemiş doğal gıdalarla beslenen
halkların dişleri son derece sağlıklıymış, genel sağlık durumları da
mükemmelmiş. Price, rafine edilmiş, şekerli gıdalarla beslenmeye başlayan
modern topluluklarda ise tek nesilde dahi fiziksel dejenerasyon olduğunu,
sağlıklarının bozulduğunu gözlemlemiş.
Günlük yaşamda, şerbetli tatlı, reçel, kek,
bisküvi, çikolata, dondurma gibi, içinde şeker olduğunu bildiğimiz gıdaların
yanı sıra, farkında olmadan da şeker yiyebiliyoruz. Mayonez, ketçap, salata
sosu, donmuş pizza, ekmek, bebek maması gibi paketli ürünlerin içinde sükroz,
früktoz, maltoz, laktoz, glikoz, dekstroz, maltodekstrin isimleriyle şeker
türleri bulunabiliyor. Son senelerde yaygın olarak kullanılmaya başlanan mısır
şekeri/mısır şurubu/mısır früktozu/nişasta bazlı sıvı şeker ise özellikle
dikkate değer. Bu şeker türü dünyanın en büyük GDO (genetiği değiştirilmiş
organizma) üreticisi ABD’ den ithal mısırlarla üretiliyor. ABD’de mısırın
yüksek oranda transgenik tarım yoluyla üretildiği bilindiğinden mısır şekeri
kullanılan gazlı içecek, gofret, şekerleme, çikolata, hazır kek, hazır meyve
suyu, boyalı yoğurt gibi ürünlerden de uzak durmakta fayda var.
Şekerden mümkün olduğunca uzak durmamız için
bir sebep daha var. Yerli şeker pancarı tohumumuz büyük gayretlerle yok
edilmiş. Şu anda ekilen şeker pancarının neredeyse tamamı kısır (ebter-hibrit)
tohumdan. Bir tohumun kısır olması ondaki bir kusurdur. Çocuklarımıza kısır
şeker yedirmek istemeyiz, değil mi?
Tatlandırıcı
Tuzağına Düşmeyin
Şeker yerine tatlandırıcı kullananlar ise başka
bir tuzağa düşmüş oluyor. Laboratuvar üretimi “yapay” tatlandırıcılardan
Aspartam’ın baş ağrısı, bitkinlik, hafıza kaybı, uykusuzluk, kas kasılması,
eklem ağrıları ve bulantı gibi şikâyetlere neden olduğu görülmüş. Çok uzun ve
yoğun kullanımda ise kanseri tetikleyici etkisi biliniyor. Sakkarin, siklamat,
asesülfam gibi diğer yapay tatlandırıcılardan da benzer sonuçlar beklenebilir.
Ülkemizde bulunan esmer şeker ise rafine beyaz
şekere, şeker melası katılarak elde ediliyor. Mineral açısından hafifçe daha
zengin ama rafine şeker için tüm söylenenler onun için de geçerli. Latin
Amerika ülkelerinde “çiğ şeker” isimli büyük kütleler halinde satılan bir esmer
şeker türü bulunuyormuş ama bunu ülkemizde henüz görmedim.
Vücudumuzun genel sağlığı için önerilen;
mevsimin taze meyve sebzeleri, bakliyat ve tam tahıllar bakımından zengin bir
şekilde beslenerek rafine şeker, beyaz un ve diğer rafine gıdaları tamamen
hayatımızdan çıkarmamız. .
Buradaki tatlı tariflerimizde rafine şeker
yerine çoğunlukla pekmez kullandık. Pekmez ve balla da hazırlanmış olsa,
tatlıları mümkün olduğu kadar az tüketmeye çalışın. Elma, üzüm, karpuz, havuç,
taze mısır, incir, kuru kayısı gibi meyveler, sebzeler ve tahıllar doğal şeker
kaynağımız olsun. Çocuklara şekerleme, gofret, çikolata yerine incir, kayısı,
erik, üzüm, hurma gibi kuru meyve, pestil, pekmez yeme alışkanlığı kazandırmak
sağlıklarına çok şey katacak.
Şekerin
Alternatifleri
Kitabımızdaki tariflerde rafine şeker yerine
pekmez kullanımını öneriyoruz. Bunun dışında bal, doğadaki en güzel, en tatlı
yiyecek. Bu iki şeker kaynağı, lezzetlerinin yanı sıra o kadar değerli gıdalar
ki…
Pekmez
Çok iyi bir enerji kaynağı olmasının yanı sıra,
pek çok değerli mineral içerir. Daha fazla enerjiye ihtiyaç duyduğumuz kış
aylarında tahin-pekmez yeriz. Hastalara, hamile ve emzikli annelere, kansızlık
çekenlere, sporculara, ağır fiziksel iş yapanlara ve çocuklara bol pekmez
yemeleri önerilir. Ülkemizde yoğun olarak görülen demir eksikliğine karşı
kullanılabilecek en doğal gıdadır. Çok iyi bir kalsiyum, demir, potasyum,
magnezyum ve krom kaynağıdır.
Pekmez yapımında üzüm kadar, dut, elma, armut,
hatta karpuz, incir gibi meyveler de kullanılır. Meyvenin suyu çıkarıldıktan
sonra geniş bir tencereye alınır. Burada uzun uzun kaynatılır. Meyve suyu
koyulaştığında devamlı karıştırılarak yoğunlaşana kadar pişirilir. Annem birkaç
senedir evde armut ve dut pekmezleri kaynatıyor, bahçemizin veya komşu
bahçelerin meyvelerinden yapılmış çok lezzetli pekmezler yiyebiliyoruz.
Hamur işlerine koyduğunuz zaman pekmezin
meyvemsi tadı da hissediliyor. Pekmezin kıvamı suluca olduğu için kurabiye
hamuru gibi sert hamurların yapımında kullanmak pek elverişli değil. Kurabiye
tariflerimizde de göreceğiniz gibi hamurların tatlısını az yaptık, onun yerine
içlerindeki harcı tatlandırdık.
Bal
Ortaçağın sonlarına kadar, yiyecekler bazı
ülkelerde balla, bazılarında hurma pekmezi, incir pekmezi, üzüm pekmezi veya
şeker kamışı ile tatlandırılırmış.
İlaç niyetine de yenilen bu değerli gıda
bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcıdır, besleyicidir. Potasyum ve
formik asit içeriği ile antiseptiktir. Yaraların üzerine sürülür, iyileşmeyi hızlandırır.
Polenlerin toplandığı çiçek türüne bağlı olarak kalsiyum, demir, fosfor,
magnezyum, iyot, potasyum, manganez, çinko, silisyum, krom gibi mineraller ve
A, B1, B2, E, K vitaminleri içerir. Bal çeşitlerinin renkleri krem renginden
koyu kahveye kadar geniş bir yelpazededir. Koyu renkli balların kalsiyum, demir
ve manganez içerikleri açık renklilere oranla daha yüksektir.
Kendi yaşadığımız bölgenin çiçeklerinden
yapılmış balı yersek yaşadığımız bölgede yer alan alerji yapabilecek polen ve
diğer tozlara karşı korunmuş oluruz çünkü bal o çevrenin alerjenlerine karşı
panzehir görevi görür. Sabahları uyanınca 1 bardak ılık su ve biraz limon suyu
(veya elma sirkesi) ile 1 tatlı kaşığı bal yenilmesi güne zinde başlamanızı
sağlar. (Bal 1 yaşını geçmiş olanlar için şifalıdır. Botulizm hastalığına sebep
olmaması için 1 yaşını bitirmeden bebeklere verilmez.)
Balı ılık veya soğuk karışımlara
katabilirsiniz. Örneğin, şerbetli tatlılarınızı ılık su ve bal karışımıyla
tatlandırabilirsiniz. Balı kesinlikle fokur fokur kaynatmayın veya aşırı
ısıtmayın. Şifa özelliğini yitirir, tadı acılaşır. Balı ısıtmadan, pişirmeden,
çiğ olarak tüketerek daha şifalıdır.
Filtre edilmemiş veya içine şeker katılmamış
gerçek balın maliyeti yüksek; dolayısıyla bal ile yapılan tatlılar ekonomik
açıdan her gün yapılabilecek gibi değil. Bir arının, bütün ömrü boyunca ancak i
tatlı kaşığı bal yaptığını öğrendikten sonra değerini daha da çok hissetmeye
başladım.
Bal, dünya üzerinde bozulmayan nadide
yiyeceklerden biridir; aktarlar toz haline getirdikleri şifalı bitki
karışımlarını bal ile karıştırıp kavanozlara doldururlar. Balın görüntüsü
değişip kristalize olabilir, sıcak suyun içinde hafifçe ısıtılmasıyla tekrar
eski kıvamına kavuşur.
Balın iyisi ısıtılmamış (çiğ) ve filtre
edilmemiş olandır. Görünümü ne kadar bulanıksa o kadar makbuldür. Berraklaşması
için filtre edilen ballar bulanıklığı veren ve besleyici değer sağlayan
polenlerini yitirmiş olur.
Kuru Meyveler
Hurma, üzüm, incir, dut, kayısı gibi meyveler
tazeyken de tatlıdır ama kurutulduklarında suları buharlaştığı için daha da
tatlı bir hale gelirler. Bu meyveleri çok ince doğrayarak kek ve
kurabiyelerinizi tatlandırmak için kullanabilirsiniz.
Meyveler, özellikle tazeyken çok şifalıdır.
Meyvelerde bulunan doğal asitler vücudumuzdaki zehirlerin atılmasına yardım
eder. Ayrıca meyveler vitamin, mineral, lif bakımından da zengindir.
Meyveler konserve edildiklerinde veya
işlendiklerinde bu koruyucu özelliklerini kaybederler. Kurutulduklarında ise, C
vitamini dışında besleyici değerlerini korurlar. Kuru meyvelerde meyveyi kendi
haline bırakmayıp “böceklenmesin diye” sülfürle işleme tabi tutmak maalesef
yaygın bir uygulama… Sülfür, kuru meyvelerde rengin canlı bir tonda kalmasını
sağlıyor. Meyvenin daha fazla su tutmasına ve dolayısıyla meyve parasına daha
fazla su satılmasına imkan verdiği için ticari olarak daha çok tercih ediliyor.
Oysa sülfürle işlenmiş meyveleri yemek böbreklere zarar verebilir. Kuru meyve
satın alırken doğal yollarla kurutulmuş olanlarını bulmaya çalışın. Turuncu
kuru kayısı yerine kahverengi olanlarını satın alın mesela. Böceklerin bile
yemediği şeyleri biz neden yiyelim ki?
Kuru meyveler dışında şeker kamışı suyu,
çeşitli tatlı meyvelerin suları, öğütülmüş hurma, meyankökü, akçaağaç şurubu da
doğal tatlandırıcılar olarak kullanılabiliyor.
Arzu Aygen - Beyaz Unsuz Şekersiz Hamur İşleri
kitabından alıntıdır.
Hiç yorum yok :
Yeni yorumlara izin verilmiyor.