2 Kasım 2014 Pazar
Kadın için doğal, güzel, bakımlı saçlar ne kadar önemlidir, değil mi?
Saç Dökülmesi ve Bakımı İçin Doğal Yağlar İle Etkili Bir Formül;
Birçok sebepten yıpranmış saçlar için bu doğal formül oldukça etkili olacaktır, denemekte fayda var..
10 gr defne yağı
10 gr susam yağı
10 gr çörek otu yağını
Karıştırarak temiz ve hafif nemli saça sürüp, havluyla sarın iki saat bekletin,
Saçınızı doğal defne sabunu
veya doğal şampuan ile yıkayın, hafif kuruttuğunuz saçınıza lavanta suyu ile friksiyon yapın.
Haftada iki kez yapacağınız bu uygulama, dökülmeyi durdurur, saçı besler, nem kazandırır ve büyümeyi hızlandırır.
Bu karışıma,
10 gr lavanta yağı
10 gr ceviz yağı
10 gr jojoba yağı
ekleyebilirsiniz.
www.purneva.com
Etiketler:
ceviz yağı
,
çörekotu yağı
,
defne sabunu
,
defne yağı
,
doğal şampuan
,
doğal yağlar
,
jojoba yağı
,
lavanta yağı
,
purneva doğal
,
saç bakımı
,
saç dökülmesi
,
susam yağı
28 Ekim 2014 Salı
BİTKİLER VE KOKULAR !
Pek
çok bitkinin şifa özelliğini, içeriği ile birlikte kokusunda da görebiliriz. Yazımızdaki bitkiler, kokuları ile şifa verici özellikleri nedeniyle seçilmiştir.
Bitkilerin
kokularını, uçucu yağlarından ya da bitkinin tütsüsünü yaparak
kullanabilirsiniz.
Şans
ve kısmet: BERGAMUT KOKUSU...
Yaygın
inanışın tersine, aslında şans getiren beş yapraklı yoncadır, dört yapraklı
yonca koruyucudur.
Beşparmakotu,
gözlük otu, oğulotu, kadife çiçeği, yosun, portakal, üvez, binbir delik otu, slanağzı, ayçiçeği,
lale bitkileri. Sarı renkli çiçeklerin Güneşin gücünü ve başarıyı kendilerine
çektiklerine inanılır.
Bereket: KARANFİL KOKUSU..

Sağlık
ve şifa: OKALİPTÜS KOKUSU...

Konsantrasyon,
çalışma, bilgi: LİMON KOKUSU..
Fesleğen,
defne, oğulotu, yonca, göz otu, müge, her türlü nane, adaçayı, biberiye, sedefotu
bitkileri. Yapraklarının kokusu zihin açıklığı ve konsantrasyonu arttırdığından,
çalışma alanının yakınında biberiye bitkisi bulundurmak çok yararlıdır.
Bilgelik: MİMOZA KOKUSU...
Arkadaşlık
ve ilişkiler: GÜL KOKUSU...
Aşk,
sevgi, eş: MANOLYA KOKUSU...

Kapı
girişinin bir yanına peygamberçiçeği, diğer yanına ise hanımeli dikip bu
sarmaşıkları en üstte birleştirmenin, evde yaşayanların birbiriyle olan bağlarını
güçlendirip koruduğuna inanılır.
Ev ve aileyi korumak: IHLAMUR
KOKUSU..

çocuğun
çiçeği yemeyeceğinden emin olmanız gerekir!
Barış
ve huzur: NANE KOKUSU..
menekşe
bitkileri.
www.purneva.com
23 Ekim 2014 Perşembe
BEDEN VE RUH SAĞLIĞI KORUMA YOLLARI VE TAVSİYELER
BEDEN VE RUH SAĞLIĞI KORUMA YOLLARI VE TAVSİYELER – Ebu Zeyd Ahmed El - Belhi
Ondördüncü Bölüm
SAĞLIĞIN TEKRAR KAZANILMASI
Kitabın başında beden
sağlığıyla ilgilenmenin iki şekilde gerçekleşeceğini belirtmiştik. Bunlardan
birisi insan eğer sağlıklıysa bu sağlıklı halinin korunması, ikincisi ise
kişinin sağlığını kaybetmesi durumunda sağlığının yeniden kazandırılmasıdır.
Geçen bölümlerde sağlığı
korumak için yapılan düzenlemelerden biçoğunu açıkladık. Sağlığın tekrar
kazanılması ise tedavi sanatının içine girmektedir. Tedavi, tabibin işinin ana
kısmı ve sanatının önemli bölümüdür. Bu kısmı, bedeninin sağlığıyla ilgilenen
kimsenin tedavi konusunda yapılması gereken düzenlemelerin nasıl yapılacağını
özet bir şekilde bulabileceği bir bölümle bitirmenin doğru olacağını düşündük.
Bedenin İyileşmesi İçin İhtiyaç Duyulan Tedavinin Miktarı
İnsan, bedenin sağlığını
korumak için ne kadar çok çabalasa, sağlıklı kalmak için gerekli olan sebepleri
ne kadar korusa da ya doğuştan gelen mizaç bozukluğu, ya yeme içme ve hayatın
diğer ihtiyaçlarında yaptığı yanlışlardan ya da mizaçları değiştiren ve
hastalıkları çoğaltan senenin mevsimlerinin tabiatından kaynaklanan
rahatsızlıklar ve salgın hastalıklar gibi mevsimsel hastalıklara maruz kalması
sebebiyle, bedenini sağlıklı halden hasta şekle sokan ve vücudun denge halini
bozan rahatsızlıklardan kurtulamaz. Bunlar, kaçınılması mümkün olmayan soğuk ve
sıcağın zararları ve dış etkenler sebebiyle oluşan rahatsızlıkların haricindeki
hastalık nedenleridir.
Bu bahsettiğimiz yönlerden
dolayı insan hastalıklara maruz kalır ve bu yüzden de tedaviye muhtaç hale
gelir.
İlaçların İnsan Vücudundaki Etkileri, İnsanın Hangi İlaca Daha Çok
İhtiyaç Duyduğu Ve Hangilerine İhtiyaç Duymadığı Hakkında
Bedenin tedaviye olan
ihtiyacı açıkladığımız şekilde olmasına rağmen, ihtiyaç olmadığı sürece
ilaçlarla ona yüklenmemek gerekir. Çünkü besinlerin tabiata benzeyen şeyler
olmasından dolayı tabiat onlara meylederken, ilaçlar tabiatın zıddı olduğundan
onları sevmez. İnsanın içine giren her ilaç; kuvvetli ishal eden ilaçların
yaptığı etkilerde görüldüğü gibi, çekme ve kazıma/tahriş ile insanın gücünü
kullanıldığı vakit hemen zayıflatır. Bu, insanın doğal gücünün bu ilaçları
vücuttan atıp kendisinden uzaklaştırmak için çabalamasından dolayıdır. Çünkü
tabiat ilaç kullanmaktan acı çeker ve kendisine benzeyen gıdayı kabul ettiği
gibi ilacı kabul etmez. Dolayısıyla ilacın bedenden atılmasıyla vücudu ağır bir
yükten kurtulmuş ve yorgunluktan istirahat etmiş bir şekilde görürüz. Bu yüzden
eğer ilaç tekrar tekrar verilirse vücuda, sabun ve ona benzer elbise yıkamakta
kullanılan şeylerin elbiselere yaptığı gibi etkiler yapar denilmektedir.
Temizlik maddeleri ilk yıkamada elbisedeki kirleri arıtır, fakat ne zamanki
tekrar tekrar yıkanarak elbiseye yüklenilirse onun parçalanması, yırtılması ve
sağlamlığını kaybetmesini hızlandırır.
Bu yüzden çok şiddetli
zaruret olmadıkça müshil ilaçlar almaktan kaçınmak gerekir. Çünkü müshil
ilaçlar eğer bedende fazla hıtlar varsa onları çıkarır, bedeni temizler ve
hafifletir, fakat fazla hılt olmadığı zamanlarda da vücuttaki doğal neme
yönelir, onu vücuttan atar, azaltır ve hatta aşırı ishalle onu yok eder. Böyle
bir durumda vücudun doğal gücü çözülür ve hastalıklar ortaya çıkar. Bu yüzden
tıp sanatının öncüsü olan Hipokrat, “Sağlıklı vücutlara ilaç vermekte hayır
yoktur” demiştir.
Tedaviye en çok ihtiyaç
duyan kimseler güçlü ve sıkı bedenlere sahip olanlardır. Bunların bedenlerinin
güçlü, sağlam ve gözeneklerinin ise kapalılığından dolayı buharların vücuttan
çıkması kolay olmaz ve yapışkan hıltlar çoğalıp iç organlara dolar ve bu
biriken artıklar çürüyüp hastalıklara sebebiyet verir. Bu tabiattaki insanların
bedeblerinde birikmiş fusuli artıkların ishal yoluyla çıkarılması ve vücudun
temizlenmesine ihtiyaçları vardır.
Bunun aksi tabiata sahip,
etleri yumuşak, gevşek ve mecarileri geniş olan vücutlardan ise buharların ve
fuzuli artıkların çıkışı kolay olur ve bu da onlar için doğal temizlenme olur. Bu
tip vücutlara ilaçla yüklenmeye gerek yoktur. Eğer bu bedenlerde biraz artık
toplanırsa organlarına fazla tesir etmeden onu temizleyeceken hafif müshillerle
yetinilmelidir.
Burada açıklananlara
binaen, çok ilaç kullanmayı ve ilaç alımını alışkanlık yapmayı tavsiye edip,
bunun bedenlerin sıhhatini devam ettiren, bedenlere güç katan, uzun ömürlü
olmaya sebep olan, vücudun doğal güçlerinin görevini yapmasını artıran bir şey
olduğunu söyleyenlerin görüşlerinin yanlış olduğu söylenmelidir. Eğer onlar
doğru bir şekilde düşünseler ve iyice araştırsalardı bu faydaların, tabiata zıt
olan ilaçlar yerine tabiata benzeyen gıdalara izafe edileceğini bilirlerdi.
Nitekim ihtiyaç olmadığında alınan ilaçlar tabiatı yıkma etkisi yaparken,
ihtiyaç olduğunda alınan gıdalar tabiatın temel unsurlarını sağlamlaştıran,
güçlerini koruyan etkiler yapar.
Hastalığın Tedavisinde Dayanak Olan Temel Prensip
Hastanın tedavisindeki ilk
temel prensibin hastalığın onun zıddı olan bir ilaçla tedavi edilmesi olduğu
bilinmektedir. Dolayısıyla soğuktan kaynaklanan hastalık sıcak, sıcaktan
kaynaklanan soğuk, nemden kaynaklanan kuru, kuruluktan kaynaklanan hastalık
nemli özelliği olan ilaçla tedavi edilir. Aynı şekilde birkaç sebebin
birleşmesinden kaynaklanan hastalıklar da bu yöntemle tedavi edilir. Yani eğer
hastalık sıcaklık ve kuruluğun bileşiminden kaynaklanıyorsa, soğuk ve nemli
ilaçlarla, sıcaklık ve nemden oluşuyorsa soğuk kuru ilaçlarla tedavi edilir. Bu
metot, bedenin dengeli hale gelmesi için uygulanır. Çünkü insan hayatının
devamı bu dört asıl maddenin dengeli olması iledir. Bunlardan birisi baskın
olur ve diğerlerinin işini aksatırsa, bedenin oluşumu bozulur ve vücutta bu
bozulma sabit hale gelir.
www.purneva.com
Etiketler:
beden ve ruh sağlığı
,
ebu zeyd ahmed el-belhi
,
geleneksel tıp
,
ilaç
,
purneva doğal
,
sağlığı koruma
,
sağlık
,
sağlıklı olmak için
,
tedavi
19 Ekim 2014 Pazar
KANSERİ YENİN!
KANSERİ YENİN!
Prof. Mikhail
Tombak "İyileşmeyecek Hastalık Yoktur" kitabında kanseri anlatıyor
Moralî en güçlü insanlarin bile o berbat teşhisi, yani kanser
olduklarını duyduklarında nasıl bir anda benizlerinin attığına sıkça tanık
oldum. Bu haberi alan herkes, sanki temyiz şansı olmaksızın ölüm cezasına
çarptırılmış gibi bir duyguya kapılıyordu. Görünüşte durumları umutsuz olmasına
rağmen, tedavisi imkânsız en ciddi hastalıklardan mustarip insanlar bile son
ana kadar hayata tutunmaya çalışıyordu. Maalesef insan doğası böyledir.
Sağlığımızın kıymetini ancak onu kaybettikten sonra anlarız. Günümüz tıbbı
kansere nelerin neden olduğunu tam olarak açıklayamıyor. Genleri mutasyona
uğrayıp hızla üremeye hangi güçler zorluyor? Sağlıklı dokuda onca acı
çektirerek büyümelerine hangi güçler neden oluyor? Doktorlar ve araştırmacılar
tümör oluşumunun mekanizmasını açıklayan, kanserli hücreleri tetikleyen pek çok
kuram öne sürdü. Ancak, asıl nedeni bulamadılar. Araştırmaların aşağıdaki
gerekçeler nedeniyle başarısızlığa uğradığı kanısındayım:
Birincisi, kanser araştırmaları insan vücuduna biyolojik bir
sistem olarak değil de bir dizi organ olarak bakıyor. Bütün ilgi, tümörün
tespit edildiği organa yöneltiliyor. Radyasyon ve kemoterapi gibi alışılmış
tedavi yöntemlerinin kuramsal olarak vücudun savunma mekanizmalarını harekete
geçirmesi amaçlanır. Maalesef vücut hastalık tarafından zayıf düşürülmüştür ve
içeriden zehirlenmektedir. Etkili bir savunma yapmak için gereken kaynaklara
sahip değildir. Tedavinin kendisi vücut sıvılarını daha da alkalin hale
getirerek başka bir olumsuzluk yaratmaktadır. Çünkü alkalin vücut sıvıları,
zararlı bakterilerin büyümesine ortam hazırlayarak bağışıklık sistemimizi daha
da zora sokar.
İkincisi, kanser beyinden kaim bağırsağa kadar bütün vücudu
kapsayan bir hastalık olmasına karşın, sebep yerine belirtilerle savaşan tıp,
tümörlerin büyümesini tersine çevirecek ilaçlar bulma arayışında.
Kanser “tohum”ları çocukluğumuzdan itibaren içimizdedir. Bu
hücreler, altta yatan hastalığın geçiş sürecinde “filizlenirler.” Nezle, soğuk
algınlığı, romatizma, eklem iltihabı ya da gözlerimizi, kulaklarımızı,
boğazımızı, böbreklerimizi, kalbimizi, kemiklerimizi, sinir sistemimizi
etkileyen rahatsızlıkların tümü kanserli bir zincirin halkalarıdır. Vücudun,
bağışıklık sistemini ve kendi kendini düzenleyip yenileyen doğal savunma
mekanizmalarını kullanmasına izin verecek koşulları yaratmadığımız sürece,
binlerce araştırma merkezi ve milyonlarca doktor bütün o ilaçlara ve yöntemlere
rağmen kanser karşısında başarısızlığa uğrayacaklar.
Uzun yıllardır çok sayıda kanser hastasıyla temasım oldu.
Hastanelerde yatan binlerce kanser hastası var dünyada. Kimileri, olumsuz
öngörülere rağmen hâlâ hayatta. Bunlardan biri, Moskova’daki Sağlık Merkezi’nde
beni görmeye gelen otuz dokuz yaşında bir kadındı. Kendisine pankreas kanseri
teşhisi konulmuştu. Altı ay içinde yapılan iki ameliyat yüzünden çok zayıf
düşmüştü. Kendisine iki-üç ay ömrünün kaldığı söylenmişti. Ateşi sürekli olarak
otuz sekiz-otuz dokuz dereceydi. Yaşama gücü giderek azalıyordu. Ona dedim ki:
“Burada üçümüz varız; sen, ben ve hastalığın. Kiminle müttefik olmak
istiyorsun? İki, her zaman bir’i yenebilir.” Bir şey demedi ama bakışlarındaki
ifade sonuna kadar savaşmaya hazır olduğunu gösteriyordu.
Tedavinin ilk aşaması, lavman yöntemiyle kalın bağırsağın
temizlenmesiydi. Bu yöntem ilk olarak 1946’da Amerikalı doktor Max Gerson
tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Dr. Gerson’un kızı tarafından işletilen
kanser kliniğinde bu yöntemle uzun yıllar gayet iyi sonuçlar alınmıştı. Günümüz
doktorlarının çoğu lavmana modası geçmiş bir yöntem olarak baktığından, kanser
tedavisinde kullanımı nihayet unutulup bırakıldı.
Bu yöntemin esası, günde altı-sekiz kez lavman yapmaktır.
Bunun için bir buçuk litre kaynatılmış su otuz sekiz derece civarında
soğutulur. Üç-dört yemek kaşığı limon suyu ve bir bardak pancar suyu eklenir.
İlk aşamadaki lavmanların sayısı hastanın durumuna bağlıdır. Durumu ne kadar
ciddiyse, lavmanların sayısı o ölçüde artırılır. Bir sonraki aşamada, hasta
kendiliğinden dış-kılamaya başlayıncaya kadar, her gün ya da günaşırı bir kere
lavman yapılır.
Bu işlemin tedavi edici etkisi şöyle açıklanır: Bağırsakların
temizlenmesi, kanser hücrelerinin yaşam süreçleri boyunca ürettikleri
toksinlerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Eğer bu toksinler vücuttan
atılmazsa, kana karışarak bütün vücuda yayılır. Vücudun kendi kendini
düzenleyen mekanizmalarını devre dışı bırakıp ölüme yol açarlar.
1950’li yıllarda Dr. Gerson öğrencilerine kalın bağırsağın
işleyişinin, beynimizin ve merkezi sinir sistemimizin işleyişiyle yakın
ilişkisi olduğunu anlatmıştı. Ona göre kanser, yediğimiz uygunsuz yiyeceklerden
ötürü vücudumuzun aldığı bir intikamdır. Kanser hastalıklarının yüzde doksan
dokuzunda vücudumuzu zehirlemek suretiyle kansere kendimiz davetiye çıkarırız.
Kanserlerin yalnızca yüzde bir kadarı vücutta kendiliğinden gerçekleşen
değişimler yüzünden oluşur. Bu, kansere yakalanan her yüz kişiden birinin
kurban, geri kalan doksan dokuzununsa hastalığın bizzat yaratıcısı olduğu
anlamına gelir.
Kanserli tümörün sindirim sisteminde olması halinde, hangi
besinlerin yeneceği büyük önem taşır. Et, balık, süt ve süt ürünleri, et suyu
ve çorbalar tavsiye edilmez. Geriye tahıllar, meyveler ve sebzeler kalır. Meyve
ve sebzeler, ister çiğ ister pişmiş olsunlar, birlikte tüketilmemelidir. Çünkü
sindirilme süreleri farklıdır. Meyveler iki, sebzeler ise dört saatte
sindirilir. Fakat aşağı yukarı aynı sürede özümsendiklerinden taze sıkılmış
sebze-meyve sularını bir arada tüketebiliriz. Sebze-meyve suları, vücudumuzun
sindirim için ayrıca enerji harcamasına gerek bırakmaksızın, bol miktarda
vitamin, mineral ve hormon almamızı sağlarlar. Pankreas kanseri teşhisi konan
hastam bir yandan lavmanlar yapılırken, buyandan da sadece pirinç, karabuğday
ve fırınlanmış patates yiyebiliyordu. Ayrıca günde iki litre kadar sebze-meyve
suyu içiyordu.
Havuç ve pancar suları kanser tedavisinde özel bir yere
sahiptir. (Bu konu için 150 Yıl Yaşayabiliriz adlı kitabıma bakabilirsiniz.)
Yıllar süren bilimsel araştırmalar havuç ve pancar suyunun tümörlerin
büyümesini yavaşlattığını göstermiştir. Yaşlı kanser hücrelerinin vücuttan
atılmasını ve solunumla ilgili enzimlerin daha çok çalışmasını sağlarlar.
(Pancar suyu, enzimlerin çalışmasını yüzde dört yüz ila bin oranında
artırmaktadır.) Pancar ve havuçta bulunan pigmentlerin bu işlemdeki rolü tam
olarak bilinmemektedir. Fakat kanser hücrelerinin gelişimini yavaşlattıkları
araştırmalarla kanıtlanmıştır.
Kanser hastalarının içmesi için hazırlanacak havuç-pancar
suyu karışımının oranları, dört ölçü havuca bir ölçü pancar suyu şeklinde
olmalı. Her gün bir-iki litre kadar, eşit miktarlar halinde dört saate bir
içilmeli. Gece saat birde bir porsiyon daha içilmeli. Kimileri pancar suyunu
içemez. Çünkü bulantıya, halsizliğe, kalp atışlarında yavaşlamaya ve tansiyonun
düşmesine neden olabilir. Bu gibi durumlarda pancar suyu miktarını başlangıçta
günde iki yemek kaşığı ile sınırlayıp günbegün yavaş yavaş artırmak gerekir.
Ayrıca, pancar suyu yerine, litre başına bir yemek kaşığı kırmızı şarap
ekleyerek elma suyu da kullanabiliriz.
Uzmanlar, pancar suyunun taze taze mi, yoksa bir-bir buçuk
saat bekledikten sonra mı tüketilmesi gerektiği konusunda farklı görüşlere
sahipler. Taze sıkılmış pancar suyu iki buçuk kat daha fazla aktif oksijen ve
aktif demir içerir. Bunlar hemoglobin için vazgeçilmezdir. Bu nedenle, kanser
hastalarının taze sıkılmış pancar suyu içmeleri daha yararlıdır. Aynı şeyin
hücresel solumaları hasar görmüş yaşlı insanlar için de gerekli olduğunu
düşünüyorum. Pancar suyunun düzenli olarak kullanılması vücudun gençleşmesini
sağlar. Dişleri sağlıklı ve bembeyaz yapar. Kansere karşı yüzde seksen oranında
korunmayı garanti eder.
Kanser yalnızca bedenimize değil, zihnimize de saldırır. Bu
nedenle, hastamdan psikolojik durumunu iyileştirecek egzersizler için hayli
zaman harcamasını istedim. Çünkü bir türlü rahatlayamıyor, yaşadığı büyük
sinirsel gerilimden kurtulamıyordu. Ona kendi kendisini nasıl hipnotize
edeceğini öğretmem gerekti. Ayrıca, birlikte gerçekleştirdiğimiz hipnozlarla on
kez geçmişine gittik ve çocukluk deneyimlerini yeniden yaşamasını sağladık.
Çünkü çoğu insanın kanser olmasının nedeni ilk çocukluk döneminde yaşadığı travmalardır.
Hastalığını devam ettiren psikolojik “kökenleri” adım adım hallettik. Pek mutlu
bir çocukluk geçir-memişti. Babası aşırı alkol alıyor, annesiyle ikisini
dövüyormuş. Hiç oyuncağı olmamış. Arkadaşlarını eve davet etmesi yasakmış.
Bütününe bakıldığında, pek mutlu bir resim değildi. Erişkin olduktan sonra da
yaşamı pek kolay geçmemişti. Anlaşıldığına göre, her şeyi büyük zorluklar
çekerek elde etmişti. Bütün bunlar için anne babasını, özellikle de
çocukluğunda kendisine büyük haksızlıklar yapan babasını suçluyordu.
Bu hipnotik seanslarda onu kin gütmenin vücudumuzu “yiyip
bitirdiğine” ve en sonunda kansere neden olduğuna ikna etmeye çalıştım. Eğer
duygularımıza öfke ve nefret hükmederse, içten içe mahvoluruz. Böyle duygular
taşıyan insanların sağlık durumu genellikle iyi değildir.
Hastamın tedavisindeki bir sonraki adım, vücudunda var olan
ve çoğu insanda hayat boyu pasif kalan potansiyel savunma mekanizmalarını tam
olarak serbest bırakması için ona kendi kendini iyileştirme yöntemlerini
öğretmekti.
2 Ekim 2014 Perşembe
Çiller İçin Bitkisel Yöntemler
Genelde açık tenlilerin
maruz kaldığı rahatsız edici bir görüntüdür çiller.
Bu durumda olanlar
kesinlikle güneş kremi kullanmalıdır. güneşe çıkıldıgında daha çok renkleri
koyulaşır.
Çillerinizle bitkisel yöntemlerle savaşmak istiyorsanız limon suyu çillerinizin baş düşmanı
olacaktır. Limon suyu çillerinizin yok olmasını sağlayacağı gibi aynı zamanda
yağlı ciltler için de çok iyi bir cilt temizleyicisidir.
Bir diğer yöntem ise; bir
yemek kaşığı keten tohumunu kaynatın. Soğuduktan sonra çillerinizin üzerine bir
pamuk yardımıyla sürün. 20 dakika cildinizde bekleyen formül çilleriniz için peeling
etkisi yapacaktır. Son olarak bol su ile yüzünüzü durulayın.
Ayrıca cilt tonunu açan
çeşitli maskeler kurtarıcı olacaktır. Pirinç maskesi,domates maskesi gibi
maskeleri uygulamanız gerekir.
Çilleriniz için
önerebileceğimiz öneriler şunlardır:
Bir çay bardağı çiğ süt
içine bir adet salatalık 2 saat bekletilip süzülür. Salatalık tülbentte
sıkılarak özünün süte geçmesi sağlanır. Süt cilde 10-15 gün boyunca sürekli
pamukla sürülür ve cilt sabah akşam gül suyuyla temizlenir

Limon suyunu parmak
uçlarınızla cildinize masaj yaparak yedirin. Çilleriniz geçecektir.
Kayısı, çilek ve salatalık
maskeleri hazırlayarak cildinize uygulayın.
Maydanoz köklerini
kaynatıp limon suyu ile karıştırın ve yüzünüzü bu karışımla sabah akşam silin.
2 yemek kaşığı havuç
suyuna yirmi damla limon suyu ekleyin ve günde iki üç kez yüzünüze sürüp yirmi
dakika bekletin.
Soğan suyuyla ıslatılmış
pamukla yüzünüzü günde iki kez silin.
Ayvanın suyunu sıkın ve
yüzünüze masaj yaparak yedirin.
Her gün yüzünüzü ekşi
sütle silin.
Etiketler:
çil
,
çil için
,
çiller
,
çiller için
,
çiller için maskeler
,
çilli yüz
,
purneva doğal
30 Eylül 2014 Salı
Kurbanın metafizik anlamı...
Bilindiği gibi kurbanın
tarihi İslâmiyette Hz. İbrahim (as) oğlu Hz. İsmail (as)'i kurban etme
teşebbüsü ile başlar. Sonra bu teşebbüs, bizzat Allah tarafından Hz. İsmail'in
yerine bir koç kurban edilmesi şekline çevrilir. Bu manevi alışverişi, kurbanın
metafizik açılımını Prof. Dr. Ali Murat Daryal anlatıyor.
KURBAN KESMENİN METAFİZİK TEMELLERİ
İslâm'da kurban kesme
vakıasını, tarihî menşeinden itibaren günümüze kadarki seyrinde herhalde üç
merhaleye ayırmak mümkündür:
1-Hz. İbrahim'in kendi
Allah'a kurban etme teşebbüsü.
2-Bu teşebbüsün yine
bizzat Allah tarafından durdurularak Hz. İsmail'in yerine bir koçun
gönderilmesi. Bu ikinci merhalede dikkat edilirse kurban eden aynı kalmış,
fakat kurban edilen değişmiştir ki, bu da intikal devresidir.
3-Son merhalede, yani
bizlerde ise, hem kurban eden değişmiştir ve hem de kurban edilen.

Hal böyle olunca,
karşımıza halledilmesi gereken yeni bir takım meseleler çıkmaktadır.
1) Hz. İbrahim'in öz
evladı olan Hz. İsmail ile olan baba-oğul münasebetine karşılık, Allah tarafından
oğlunun yerine gönderilen koç arasındaki benzerlikler, başka bir deyişle
baba-evlat ile sahip-koç arasındaki münasebetin ayrı tarafları belli olmakla
beraber, bir ve aynı olan tarafları nelerdir?
Hz. İbrahim (as)'ın kurban
olarak evladını seçmesi tesadüfi değildir. Bunu, yani bu seçişi sadece sevgi
ile değerlendirmek de mümkün değildir. Çünkü insan pekâlâ ailesini de evladı
kadar, belki de daha fazla sevebilir. Böyle olabileceği halde, Hz. İbrahim
(as)'in kendi öz evladını seçmesinde daha başka hikmetlerin var olacağı
muhakkaktır.
Ana-baba ile evlat
arasında sadece manevî bir bağ olan "sevgi" den başka maddî bakımdan
da kuvvetli bir bağ mevcuttur. Zira evlat, ana-babanın maddî varlıklarının bir
neticesi ve yine onların maddî ve manevî bir devamıdır. Hal böyle olunca, baba
ve ananın kendi manevî varlıklarının bir devamı olan evlatlarını kurban etmeye
razı olmaları, bir bakıma kendilerini, kendi öz varlıklarını fedaya razı
olmaları demektir.
Koç ile sahibi arasında da
tamamen aynı münasebetler mevcuttur. Koyun madde, yani para karşılığı alınıp
kesilmekte ve eti de bir kısmı evde bırakılmak üzere fakir-fukara, eşe-dosta
hediye edilmektedir. Bir insanın zaman ve emek (yani güç ve enerji) olarak kendi
ömründen bir parçasını teşkil eden, yani onun geçen ömründen bir kısmı demek
olan para ile koyun alarak kesmeye razı olması, zaman ve emek sarf etmek
suretiyle kendinden bir parça haline gelen evladını kesmeye razı olması ve daha
kısacası kendini kurban gibi feda etmeye razı manasına gelir. Yine insanın
kendi maddî varlığından bir kısmını vererek kazandığı para ile arasında maddî
bağlantı olduğu gibi, aynı zamanda ömrünün bir kısmı demek olan para ile manevî
bir bağlantı, bir sevgi bağlantısı da mevcuttur. Çünkü o para, o insanın
ömrünün bir kısmını temsil etmektedir. Kısacası para, insanın evladı gibi, hem
maddî ve hem de manevî olmak üzere her iki tarafının da tamamlayıcısıdır ve
onlar öldükten sonra da iyi veya kötü olarak tıpkı evlat gibi onların bir
devamcısıdır. Bu gerekçeler iledir ki, Hz. İbrahim (as)'in evladı Hz. İsmail
(as)'i kurban etme teşebbüsü bizlerde kendi alnımızın teri ile helalinden
kazandığımız para karşılığı aldığımız koyun, kurban etme şeklinde devam ede
gelmektedir.
2) Hz. İbrahim'in oğlu Hz.
İsmail ile olan münasebetine karşılık, bizlerin koyun ile olan münasebetimiz
arasında ne gibi benzerlikler ve ne gibi bir ve aynı olan hususiyetler vardır?
Hz. İbrahim'in evladı Hz.
İsmail'i kurban etme teşebbüsünde Hz. İbrahim'in hareket noktası Allah aşkı
idi. Allah aşkının Hz. İbrahim'deki tezahür ve tecellisi idi. Allah aşkıyla
başlayan kurban kesme vakıası, bizlerde Allah
aşkına teveccüh etme (yönelme)
şeklinde devam etmektedir.
Gerek Hz. İbrahim'in
evladı Hz. İsmail'i kurban etme teşebbüsü ve gerekse bizlerin koyun kurban etme
gayretlerimiz, madde üstü olup manevî sahaya giren sevgiyi de kademelere ve
merhalelere ayırmaktadır. Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'in kıssasıyla kendi
sevgisinin insanlara saadet ve selamet getireceğini ve ancak kendi sevgisinin
insanlığı, düştüğü girdap ve felâketlerden kurtaracağını anlatmak istemektedir.

Bunlara ilaveten koyun,
hem bizzat kendi varlığıyla ve hem de alındığı karşılık itibariyle maddedir,
maddeyi temsil etmektedir.
1- Onu almak için para
kazanmak gayesiyle sarf ettiğimiz enerji-güç-kuvvet itibariyle maddedir.
2- Enerji karşılığında
kazandığımız ve alırken de vermek mecburiyetinde olduğumuz "PARA" itibariyle maddedir.
3- Ve nihayet sırf kendi
varlığı itibariyle maddedir. Hal böyle
olunca, Kurban Bayramının gelmesiyle, Allah
rızası için kurban kesmemiz,
maddeyi üç haliyle, enerji-para-varlık olarak
kendi nefsinde toplamış olan koyunu, yani maddeyi Allah rızasına, yani
manaya tamamen feda etmemizden başka bir şey değildir.
Burada dikkat edilirse,
potansiyel halindeki enerjiyi harekete geçirip ona istikamet veren, şekil veren
Allah rızasıdır, Allah sevgisidir. Canı et isteyen bir kimsenin bir koyun alıp
kesip yediğini düşünelim. Burada ilk hareket noktası, yani et ihtiyacı,
fizyolojik (bedenle ilgili) bir ihtiyaçtır, yani maddî bir ihtiyaçtır. Bunu
alıp kesip yemekle de, bu ihtiyaç giderilmiştir. Halbuki kurban vakıasında
durum, hiç de böyle değildir. Başlayış ve bitiş madde değildir, bilakis madde
üstüdür. Maddenin manaya feda edilişi, zannedildiğinden çok daha fazla değer
taşımaktadır. Zira İslâm'dan önce müşrikler, putları uğruna yaptıkları
kurbanları, putlarının dibinde keserlerdi. Böylece her ikisi de maddenin birer
temsilcisi olarak bu insanların beş duygusuna hitap ederdi. Fakat bu insanlar,
maddeyi kendi aralarında kademelere, sıralamalara ayırdıklarından, madde olan
kurbanın yine madde olan puta kurban edilişinde hiçbir fevkaladelik
görmezlerdi. İşte İslâm'ın gelmesiyle, bu maddeden kurtuluş bir anda
gerçekleşmiş ve insanlar maddenin dar sınırını bir anda aşabilmişlerdir.
İslâm'dan çok önce, daha
binlerce yıl önce, insanları maddenin dar sınırlarından ve belirli
kalıplarından kurtarıp onları fikren ve ruhen yepyeni ufuklara yöneltmek için
en büyük atılımı, insanı dehşete düşüren en büyük fedakârlığı, insanların bu
hususa dikkatini çekmek için Hz. İbrahim (as) ve onun saygıdeğer oğlu Hz.
İsmail (as) yapmıştır. Yapılan bu fedakârlık, insanları gözün dar zaviyesinden
kurtarmış ve insanları daha büyük âlemler aramaya teşvik etmiştir. Bu da birçok
yeni keşiflerin, yeni buluşların ve modern ilmin nüvesini teşkil etmiştir.

Bunlardan başka yine bu
kurban vakıasının cemiyet içerisinde pek çok tarafı vardır. Etinden ve yününden
konu komşunun, fakir fukaranın istifade etmesi gibi. Göze ilk bakışta cüz'î
gibi görünen bu kurban etinden fakir fukaranın istifade etmesi meselesi, ciddî
olarak hesaplanırsa, hiç de küçümsenmeyecek neticelerin alınacağı muhakkaktır.
İşte bu küçücük bir vakıa bile, ilahî sevginin her yerde herkese iyilikten
başka hiçbir şey getirmeyeceğini gösterir. Nitekim canı et istediği için bir
koyun alıp da kesen bir kimsenin bu koyunun etini kendi boğazından keserek
fakir fukaraya dağıttığı pek görülmüş hadiselerden değildir. Bu kimsenin
hareket noktası fizyolojik ihtiyaçtır. Halbuki kurban kesen bir kimsenin
hareket noktası ise Allah sevgisidir.
Çalışıp didinip alnının
teri ile ayda 1.800 Lira alan ve Kurban Bayramının gelmesi ile bu aldığı
paranın yarısını teşkil eden 900 Lira karşılığında bir koyun alıp Allah rızası
için kurban eden bir Müslüman düşünelim. Tabiîdir ki, böyle bir kimse bu koyunu
kestikten sonra, bir kısmını çoluk çocuğuna, bir kısmını ise akraba ve
taallukâtına ve diğer kısmını da fakir fukaraya vermek üzere üç kısma
bölecektir. Koyunu 900 Lira'ya almış olduğuna göre, 300 Lira'sı eve çoluk
çocuğuna, 300 Lira'sı akrabalarına, eşine dostuna, nihayet son 300 Lira'sı da
fakir fukaraya gidecektir. Dikkat edilecek olursa, bu kimse, sırf akrabalarına
hediye ettiği etin karşılığı olan 300 lira için tam beş gün sabahtan akşama
kadar yaz kış, soğuk sıcak demeden çalışmış çabalamıştır ve bu parayı
kazanmıştır. Sabahleyin evinden çıkıp işine giden ve işinde akşama kadar bıkmadan
usanmadan çalışan ve bu emeği karşılığı aldığı para ile aldığı koyunun etini
akrabalarına gönderen bu kimse, onları hatırlamış, onlara olan sevgi ve
bağlılığını isbat etmiş ve nihayet onları ziyaret etmiş durumdadır.İslam'da
sıla-i rahim, akrabaları ziyaret esası vardır. Çünkü akrabalarını ziyaret etmiş
bir kimsenin akrabalarına kendi öz benliğinden verdiği şeyleri her halde:
Akrabaları Ziyaret = Zaman x
Enerji
(= kuvvet
x yol)
olarak formüle etmek
mümkündür. Dolayısıyla kurban etini akrabalarına hediye eden kimse kendinden,
kendi öz benliğinden onlara bir şeyler vermiş oluyor. Bunu da:
Kurban Kesme = Zaman x Enerji
(= kuvvet x yol)
olarak formüle etmek
mümkündür.
Burada dikkat edilecek
olursa, gerek akrabalarını ziyaret eden kimse ve gerekse onlara kurban eti
gönderen kimsenin tâbi oldukları formüller aynıdır. Yani, bu iki çeşit insan da
akrabalarına aynı şeyleri vermişlerdir.

Fakir-fukaraya dağıtılan son üçte bire gelince: Böyle bir kimse, bu son üçte bir için de yine
yukarda anlatıldığı gibi, bütünüyle ömrünün tam beş gününü bu fakir-fukaraya
adamış, feda etmiş durumdadır. İnsanlar hizmet ettikleri varlıklara tepeden
bakamazlar. Bunu isteseler de yapamazlar, daha doğrusu beceremezler. Zira
hizmet sevgi getirir, yoksa boş bir gurur değil. Bunlardan başka, bu
fakir-fukaraya dağıtılan bu etlerin onların gıdaları, beslenmeleri ve geçimleri
üzerinde de fazlasıyla müsbet yönden tesirli olacağını ve birçok faydalar
sağlayacağını belirtmek kurbanın diğer faydalarını görmek açısından herhalde
kâfi gelecektir.
Yine bu kurbanın
gelişigüzel olmayıp senenin muayyen günlerinde kesilmesi de, diğer ibadetlerde
olduğu gibi, bu ibadette de Müslümanlar arası birlik ve beraberlik içinde
olmanın lüzumunu göstermektedir.
İslâmiyet, bütün canlılara
karşı bizlere daima şefkat ve merhamet emreder. Kurbana gelince, bizlerin
şefkat ve merhamet üzerine dikkatimizi daha fazla çeker ve bu hususta bizlere
daha fazla tavsiyelerde bulunur. Bu da bizlere açıkça göstermektedir ki, canlı
varlıklar ve hatta cansız varlıklar gayeleri kadar değerlidirler. Nitekim gerek
eti için ve gerekse kurban için olsun, her iki halde de koyun kesilmektedir.
Yalnız bunları birbirinden ayıran ve birini diğerinden daha üstün kılan şey,
kesilişlerindeki gayedir. Kaldı ki, bu gaye de koyunun bizatihi kendinden
gelmemektedir. Bilakis insanların niyetleri bu kendi malları olan koyunlar
üzerinde bu kadar farklılık doğurursa, bu niyetleri taşıyan insanların bizzat
kendilerinde ne derece farklılık doğuracağını bu küçücük misalden hesap edip
çıkarmak herhalde mümkündür ve yine de, bu misalden hareket ederek kendi
niyetlerimiz üzerine eğilerek, onlara en mükemmel şeklini vermeye çalışmamız da
her halde şarttır.
Prof. Dr. Ali Murat
Daryal - sonpeygamber.info
Etiketler:
hz. ibrahim
,
hz.ismail
,
koç
,
kurban
,
kurbanlık koç
,
purneva doğal
26 Eylül 2014 Cuma
Osmanlı Sarayından Bir Yemek; Ballı Mahmudiye
Ballı Mahmudiye
Osmanlı saray mutfağına
ait bu yemek ilk defa 1539 yılında Edirne sarayında yapılmış. Padişah 2. Mahmut’un
en sevdiği yemeklerden biriymiş Ballı Mahmudiye.
Malzemesi; 5 kişilik
1,5 kilogram köy Tavuğu
1 adet havuç, “soyulup
dörde bölünmüş”
1 adet soğan “soyulup
dörde bölünmüş”
1 ad defne yaprağı
1 adet küçük çubuk tarçın
5–6 dal maydanoz yaprağı
Dörtte bir limon dilimi
5 adet iri kuru kayısı
15 adet kuru rezaki üzümü
20 adet kabuğu soyulup
acık Pembe kavrulmuş badem
2 kaşık çiçek balı
½ adet limonun suyu
1 yk Buğday nişastası
1 yk Tereyağı
Yapılışı:
İlk sıradaki malzemeleri
bir tencereye koyup tavuğu haşlayınız ve köpüğünü çıktıkça kevgirle üzerinden
alınız. Tavuk haşlanınca tavuğu haşlama suyundan çıkartıp soğutun ve kemiksiz
olarak iri parçalar halinde ayıklayınız.
Tavuğun suyunu atmayınız
ve suyun yarısıyla bol arpa şehriyeli pilav yapınız.
Tavuğun kalan suyunu
süzdürerek başka bir tencerede ocağa koyunuz, içerisine kayısı, üzüm ve
bademleri ekleyip kısık ateşte kayısılar yumuşayıncaya kadar kaynatın.
Bal, limon suyu ve
nişastayı çok az suda ezip karıştırın ve kaynayan tavuk suyuna ekleyip bağlayın
ve tadını tuzunu ayarlayın. Bu terbiyeli ve kayısılı tavuk suyu 2 bardağı
geçmemeli, parça tavukları bu suya ekleyin ve kısık ateşte bir tasım kaynatıp
ocağın altını kapatın ve 20 dakika demlendirin yemeği, servis etmeden önce irice
kıyılmış maydanoz yaprağını ve 1 kaşık tereyağını ekleyin ve yanında arpa
şehriyeli pilavla servis ediniz.
Afiyet olsun :)
Afiyet olsun :)
Tarif; Aydın Demir
Etiketler:
ballı mahmudiye
,
osmanlı mutfağı
,
osmanlı yemekleri
,
purneva doğal
,
tavuk yemekleri
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)