28 Mayıs 2015 Perşembe

GÜL üzerine bildiklerimiz, bilmediklerimiz...



Ruhsal aydınlanmanın sembolü, Kalp Çakrası, Venüs Gezegeni , Hastalıkların Tedavisinde, Güzellik Bakım ve GÜL

GÜL KOKUSU, Kozmik âlemi, açılan âlemi temsil ediyor. Nebulalar gibi... Rengi de öyle. Sufilikte kalp gözünün, iç gözün açılmasını temsil ediyor. Kalb gibi, âlemler gibi yaprakları kat kat. Gül nasıl açılıyor? Bir merkez etrafında spiral bir oluşum gösteriyor. Bize, merkeze gelmeyi, vahdete gelmeyi gösteriyor. Aroma terapisinde gül kokusu, beyindeki nöron ağlarının güçlendirilmesinde kullanılıyor. Onun için, manevî konuda ilhamlara ve onun yaratımına, maddî âleme taşımaya çalışıyorsan, gül yağını üçüncü gözüne ve burun deliklerine sür, ama saf gül yağı olsun.

Merkezî, dairesel bir yapılanma gösteren gül, her şeyden önce, merkeze ulaşılmış olmayı simgeler.
Merkez, Dış çalışmayla değil, ancak uzun bir 'iç çalışma' (duygularını, düşüncelerini, imajinasyonunu, niyetlerini denetleyebilme vs.) sayesinde edinilebilen bir şuur halini, yani nefsaniyetini yenmiş, kendini her bakımdan denetleyebilen, aydınlanmış, uyanmış insanın şuurunu, kısaca, spirituel aydınlanmayı, varlığın "spirituel tesir "i kendi başına çekip aktarabilecek duruma gelmesini ve bu duruma erişen varlığı simgeler.
Gül hem zaman, hem ebediyet’tir; hem yaşam hem de ölümdür, hem doğurganlık hem de bekarettir.
Gül mükemmelliktir, tamamlanmanın, yaşamın gizeminin, hayatın kalp merkezinin, bilinmeyenin sembolü olup güzellik, zerafet, mutluluk sembolüdür.
Dişil tanrıçaların çiçeği olarak gül; sevginin, hayatın, yaratılışın, doğurganlığın ve insandaki dişil gücün sembolüdür.

Gül, Sufilik’te ruhsal aydınlanmanın ve kalp gözünün açılmasının sembolüdür.

Anne Marie Schimmel’e göre gül, İlahi Cemal’in yüce tecellisi veya maşukun (sevgilinin) yanağının simgesi ve bülbül de can kuşudur. Gül-bülbül ise güller çiçek açtığında dokunaklı bir şekilde ötmeye başlayan kederli bülbülü; özlem çeken ruhu sembolize eder. Başka bir deyişle gül ve bülbül simgeleriyle hissedilen mistik, tasavvufi bir aşk tarif edilmeye çalışılmıştır.
İslam sembolizminde gül peygamberin kanını temsil ederken, Hz. Muhammed’in vahiylerini aldığı zamanlar ortalığın gül koktuğu rivayet edilir.

Bir hadiste “Kırmızı gül Allah’ın Muhabbeti’nden bir parçadır” denilmektedir.

Gülün Sufi literatüründe yer almasının nedeni İlahi Sevgi’yi kucaklayarak yaratılan ve bu yol için bir gerçeği teşkil eden Birlik düşüncesinin gerçekliğini mükemmelen ifade edebilmesi, bunu mümkün gösterebilmesidir.
Gül renklerinin özellikleri neler?
Kırmızı gül; eril enerji olan güneşle, tutku, yaratıcılık, hazlar ile; beyaz gül; ayla sembolize eden dişi enerji ile, masumiyetle örtüşür. Tüm renkleri içinde barındıran siyah gül, egomuzu yenmiş olmayı, sembolik olarak cennetin 7. katını, hakikatin rengini ve aydınlanmış olmayı temsil eder.

Mistik Gül’ün taç yaprakların rengi ve sayısı sembolizmde önemli bir yer tutar; sarı gül “kelime”yi, kırmızı gül “ilahi bilgi”yi, beyaz gül “yol”u, Siyah gül ise “gerçeği” temsil eder.

………………

Mistik merkez, kalp GÜL sembolüyle ilişkilendirilen sembolleridir. Bu sembolleme, insanların KALP ÇAKRASI’nın varlığını ve işlevini bilmeleri ile ilişkilidir.

Aslında Kalp ile vurgulanan da hep Kalp Çakrası ve bu çakranın işlevidir. 
Akıl ve idrak yeteneklerinin merkezi olarak kabul edilen Kalp Çakrası, semavi kalbe bağlayan spiritüel bir güç ve kapsama sahip olarak görüldüğünden ruhsal enerjinin bize sağladığı büyük sezgi gücünün de merkezi konumundadır.

Büyümeyi ve ilerlemeyi hızlandıran bir özelliğe sahip olan Yeşil renk enerjisinin emildiği Kalp Çakrasının Aromaterapide ilişkilendiği KOKU da GÜL’dür. 
Gül yağı, Kalp enerjisini uyarır ve kalp çakrasını açar. 
Tüm çakraların enerjetik beden –aura üzerinde yansımaları vardır. Doğal kokularla enerjetik beden - aura üzerinde etki yaratabilir, uygun yağların kokularıyla kendinize destekçi olabilirsiniz.
Öz yağda denilen bu kokulu yağlar, bitkilerin kendi özünü içerir, limbik sistemi etkiler ve deri tarafından emilirler. 

Kadim dönem medeniyetleri, medikal uygulamalardan kutsal alanların kokulandırılmasına, güzellik uygulamalarından duygusal durum düzenlemeye kadar bir çok konuda öz yağları kullanmıştır. 

………………..

Dişil arketiplerin söz konusu olduğu VENÜS gezegeninin yönettiği, Kalp çakrasının sağlıklı ve dengeli bir enerji ile çalışmasını Venüs Enerjisi sağlar.

Venüs enerjisi, kendini ve başkalarını sevme, şefkat duyma duygusunu yayarken, yüksek benliğimizle ve daha yüksek doğamızla bağlantı kurma noktasıdır.

Kalp çakrası vasıtası ile daha derin varlığımızla gerçekliğe ve içsel amacımıza dokunmayı öğreniriz.

Kalp çakra bize kendimizi sevmemiz gerektiğini öğretir. Eğer biz kendimizi sevmiyorsak başkalarının bizi sevmesini bekleyemeyiz. 

Dışarıya yaydığımız bize geri dönecektir. Ancak kendimizi sevip takdir edersek, aynı şekilde bizi destekleyip, sevecek ve takdir edecek olayları ve insanları çekebiliriz.
Eğer kendimize karşı sevgimiz yoksa bu sefer başkalarından bunu talep eder, boşluklarımızı doldurmalarını isteriz. Kendimizi sevdiğimizde ise, sevgi bizden diğerlerine akar ve çevremize böyle insanları çekeriz.

………………..

14. yy’dan itibaren tıp kitaplarında geçen gülün ;

- Hastalıkların tedavisi için ilaç olarak tıp alanında

- Güzel kokusu ile aromaterapide ,

- Güzellik reçetelerinde yer alarak kozmetik alanında

kullanıldığını görüyoruz.
Osmanlı tıbbında gül “soğutucu” etkisi esas alınarak tedavide kullanılmıştır. Gül, “birinci derecede soğuk” ve “üçüncü derecede kuru” nitelikleriyle, ilaç yapımında kullanılmıştır.

Göz hastalıklarını tedavi konusunda, tıp kitaplarında en başta gelen reçeteler; gözler, göz altları, göz kapağı ve çevresindeki şişlikler için kuru gül ile hazırlanan ilaçlardır.

Göz etrafındaki şişlikler ve ağrılar için; Bir tutam kuru gül kahve cezvesi içinde yeterince su ile haşlanır, soğutulur. Ilık halde iken bir bezle veya gül yaprakları ile beraber göz kapaklarına pansuman yapılır.  

Gülle hazırlanan ilaçların içinde en çok kullanılanı GÜL SUYUdur.

İbni Sina gül suyunun serinletici etkisinden dolayı baştaki hastalıklarda ve beyinde, çeşitli nedenlerden doğan ateşli hastalıklar için çok etkili olduğunu yazar. 
Gül suyunun kaynatılarak buharına başın tutulması sarhoşluğu ve baş ağrısını geçirdiği geleneksel tıp kitaplarında yer almaktadır.
GÜL YAĞInın çok faydalı bir ilaç olduğu eski tıpta tekrar edilen bilgilerdendir. Cilt hastalıklarında, baş ağrılarında, beyni güçlendirici olarak, vücuttaki ağrı ve sızılarda özellikle tavsiye edilir.
İbni Sina ikinci kitabının yağlar bölümünde gül yağının faydasını; “Gül yağı beynin iltihaplanmasına başlangıcında ve sonrasında etkilidir, beynin gücünü çoğaltır ve anlayış gücünü artırır, belleği güçlendirir” demektedir. 
GÜL SİRKESİ, eski tıpta ateş düşürücü ve hazmı kolaylaştırıcı olarak kullanılan kıymetli bir ilaçtı. Küçük çocukların yüksek ateşini düşürmek için gül sirkesi vücudu silmek etkili bir doğal ilaçtır. 
Gül sirkesinin cilde faydaları;

Cam bir tonik şişesi edinin. Cam şişenin yarısına maden suyu doldurun. Şişenin kalanını da gül sirkesi ile doldurun. Bu doğal cilt toniğini her gün yüzünüze uygulayın. Yüzünüzdeki farkı kısa sürede aynada göreceksiniz. Gül sirkesi, cildi besler. Parlatır. Güneş lekelerinin, çillerin ve sivilce izlerinin geçmesini sağlar. Gül sirkesi, cildi nemlendirir. Gözenekleri sıkılaştırır. Yüzünüze gerginlik ve berraklık katar.

Zayıflamak için gül sirkesinden faydalanın;

Doğal gül sirkesini her sabah içerek zayıflayabilirsiniz. Her sabah uyanır uyanmaz 1 su bardağı suya 1 yemek kaşığı gül sirkesi koyun. Aç karnına için. Bu işlemi her sabah tekrarlayın. Gül sirkesi metabolizma hızınızı yükseltecek. Vücudunuzun yağ yakım hızı artacak. Böylece eğer diyet yapıyorsanız kısa sürede diyetin faydalarını görebileceksiniz. Daha kolay ve hızlı zayıflama gül sirkesi ile mümkün. 
Gül sirkesi gargara yapmak için, göze damlatmak için ve dahilen günde 3-4 defa 1 tatlı kaşığı alınarak kullanılabilir.

Tamamlayıcı tıbbın önemli bir parçası olan aromaterapide gül özel bir yere sahiptir.

Gül yağının içinde bulunan feniletanol rahatlatıcı, uyku verici etkiye sahiptir.
Rahatlatıcı etkisi depresyon tedavisinde destekleyici olarak kullanılır. Ruhsal sıkıntı kaynaklı ağrılarda, üzüntü, teselli gerektiren gerilimlerde etkilidir. Doğum sırasında psikolojik etkisi ile doğumun kolay geçmesini sağlar.
Gül yağı alerjiye neden olmayan, doğrudan cilde sürülebilen nadir uçucu yağlardandır.
Aromaterapistler gül yağını kuvvetli bir mikrop giderici olması sebebiyle, her türlü kuru ve problemli ciltler, alerjik ciltler, egzema, yeni doku oluşumu ile yaraların kapanması durumlarında tavsiye ediyorlar. 
Gül yağı ayrıca mide ve karaciğer problemlerinde temizleyici, iltihap giderici, spazm çözücü, kalp ve ince bağırsak fonksiyonlarını düzenleyicidir. Adet düzensizliklerinde kullanılır.

……………….

Gülün, Grekçe “kosmetikos” sözcüğünden türeyen “kozmetik” alanında kullanılmasına dair ilk ipuçlarını I. yy.’da yaşayan Galen’in “Lokal kullanılan reçeteler” isimli kitabında görüyoruz.
Temizleyici olarak kaliteli bir gül suyu hiçbir güzellik ürünü ile kıyas edilemez! 
Makyaj temizlemek için en doğal, en zararsız, üstelik en faydalı ürün gül suyudur. Hafif makyajda gül suyu yüzü tamamen temizler. Yoğun makyaj temizliğinde ise, gül suyu gliserin ile takviye edilir. Yarım su bardağı gül suyuna bir büyük yemek kaşığı gliserin ilave edin ve çalkalayın. Mükemmel bir yüz temizleyiciniz hazır. Cildinize dost, üstelik onarıcı ve gençleştirici. 
Yüz temizliğinden sonra tonik kullanma alışkanlığınız varsa gül suyu harika bir toniktir. Çünkü içeriğindeki maddeler cildi toparlar, gerginleştirir, temizleyici ve antiseptiktir.
Gül suyu tonik yeterli gelmezse, yeşil çay gül suyu karışımı tonik kullanabilirsiniz. Büzücü etkisi, antioksidan ve faydalı maddeler içerir.
Tarif; 1 yemek kaşığı yeşil çayı 1 çay bardağı su ile hafifçe haşlayın. Demlenmeye bırakın, soğuyunca süzün. Bir kahve fincanı yeşil çay üzerine bir çay bardağı gülsuyu koyup çalkalayın, eğer hafif serinlik etkisi tercih ederseniz karışıma 1 tatlı kaşığı alkol ekleyebilirsiniz.
Gül yağı kırışık giderici özelliği, cildi parlatması sebebiyle, tarihin her döneminde “güzellik iksiri” olarak tabir edilmiş. 
Gülden yapılan güzellik kremini ilk kez, I. Yy’da yaşayan ünlü hekim Galen Roma sarayının güzel hanımları için hazırlamış ve beyaz renkli deriyi yumuşatan kremleri tanıyan hanımlar bir daha bundan vazgeçememişler.

Gül kremi özellikle havası kuru veya güneşli beldelerde yaşayan, deniz, kum deryasına dalan hanımlar için idealdir. Egzos gazlarıyla dolu büyük şehirlerin, modern iş kadınları için ise vazgeçilmezdir. Sabahları yüzünüze ince bir tabaka sürün ve makyaj hünerinizi onun üzerinde gösterin.

Ayrıca gül kreminden önce, yüzünüzü yıkamak için gül sabununu deneyin. 

Bu bölüm, Prof. Dr. Ayten Altıntaş – Gül ilaçların en güzeli kitabından derleme..



……………

GÜL üzerine bütün ürünlerimize linki tıklayarak ulaşabilirsiniz; 

www.purneva.com

Uçucu yağlar ile sağlık ve güzellik..




Uçucu yağları günlük hayatta pek çok alanda kullanabilir, faydalanabiliriz... İşte birkaç örnek;
Lavanta Uçucu Yağı; Melez lavantanın çiçeklerinden su buharı distilasyonu ile elde edilir. Antiseptik özelliği ile yara, yanık ve akne, cilt mantarları tedavisinde, sakinleştirici, hücre yenileyici, iltihap dağıtıcı olarak kullanılır, 
Uykuyu düzenlemek için, aroma lambasına 6-8 damla lavanta yağı damlatın,
Güneş yanığı için, 150 ml gül suyuna 15 damla lavanta yağı damlatın, yanıkların üzerine fısfıslayın,
Çamaşırları kokulandırmak için, çamaşır makinesinin son durulama suyuna birkaç damla lavanta yağı damlatın, çamaşırlarınız mis gibi lavanta kokacaktır,
Egzema için, ardıç ve çay ağacı (tea tree) yağları ile lavanta yağını aynı ölçülerle karıştırıp sorunlu bölgeye uygulayın, 
………………
Limon Uçucu Yağı; Limon kabuklarının soğuk preste sıkılmasıyla elde edilir. Boğaz ağrısı, ağız ülseri, dişeti rahatsızlıkları ve iltihapların tedavisinde kullanılır, oldukça etkilidir. Bağışıklık sistemini uyardığı için nezle ve gribal enfeksiyonların tedavisinde kullanılır 
Yağlı ciltlerde tavsiye edilir. Duygu durumunu olumlu etkiler. Depresyon ev kararsızlık durumlarını iyileştirici olarak kullanılır.
Boğaz ağrısına karşı, 1-2 damla limon uçucu yağı bir çay bardağı suya damlatıp iyice karıştırın, bu su ile gargara yapın, etkili bir sonuç alacaksınız, 
Güzel kokulu saçlar için, durulama suyuna birkaç damla limon uçucu yağı damlatın,
Odalarda ferahlık için, aroma lambasına 5-7 damla kadar limon uçucu yağı damlatın,
………….
Sivrisinek Kovucu Doğal Sprey
Uçucu yağların karışımıyla doğal bir sinek kovucu hazırlayabiliriz.
150 ml - lavanta suyu 
50 ml - hint yağı
20 ml - bitkisel gliserin
10 damla – okaliptüs uçucu yağı 
10 damla – sedir uçucu yağı
10 damla – lavanta uçucu yağı 
10 damla – limon çimeni uçucu yağı
10 damla – biberiye uçucu yağı 
1 tatlı kaşığı vanilya ekstraktı
150 ml lavanta suyunun içine bitkisel gliserin ve hintyağı ilave edip iyice karıştırın. Uçucu yağlar sırasıyla karıştırılarak damlatın. Vanilya ekstraktı katılıp spreyli şişede iyice çalkalayın. İhtiyaç duyulduğunda spreyle uygulayabilirsiniz..
……………..
Uçuktan muzdarip olduğunuzda, ıslak bir pamuğa tea tree – hint defnesi (çay ağacı) yağı 3-5 damla kadar damlatıp ilgili yere uygulayın, uçuğun birkaç saat içinde geçtiğinizi görebilirsiniz 
……………..
Bebekler için gaz giderici masaj yağı;
50 ml – tatlı badem yağı 
6 damla – adaçayı uçucu yağı 
4 damla – kimyon uçucu yağı
Uçucu yağları tatlı badem yağı ile karıştırın, bebeğinizin göbeğine ve ayak altına masaj yaparak karışımı iyice yedirin. Masaj bebeğinizin gazını kolaylıkla çıkartır, bağırsaklarını çalıştırır, düzene sokar.
……………..
Burun tıkanıklığını açmak için etkili bir buhar banyosu;
2 lt kaynar su
2 damla tea tree – hint defnesi (çayağacı) uçucu yağı
2 damla nane veya okaliptüs yağı 
3 yemek kaşığı deniz tuzu
Yağları ve deniz tuzunu kaynar suyun içine katıp ısıya dayanıklı bir kapta iyice karıştırın. Kaba doğru eğilip başınıza bir havlu alarak buhar çadırı oluşturun ve buharı 10 dk. kadar soluyun.
……………
İdrar yolları enfeksiyonu için oturma banyosu;
Sıcak su
7 damla sandal ağacı yağı
5 damla tea tree – hint defnesi (çay ağacı) yağı 
3 damla ardıç yağı 
Sıcak su dolu küvete veya bir leğen sıcak suyun içine uçucu yağları katıp iyice karıştırın. Suyun içine oturarak, 20 dk. kadar bekleyin. Enfeksiyon geçene kadar banyoyu her gün uygulayabilirsiniz.
………………
Stres ve gerginlik için masaj yağı;
60 ml Jojoba yağı 
8 damla lavanta uçucu yağı 
4 damla ıtır uçucu yağı 
Jojoba yağı ile uçucu yağlar karıştırılır, her yağ damlatıldıktan sonra en az 10 dk. kadar saat yönünde karıştırın, ağzını kapatıp 8 saat bekletin, süre sonunda tekrar karıştırın ve bu karışımı günün stresi için masajda kullanın..
………………
Romatizma eklem ağrıları için;
30 ml sarı kantaron yağı 
20 ml jojoba yağı 
7 damla biberiye uçucu yağı 
3 damla kekik uçucu yağı 
Sarı kantaron ve jojoba yağını iyice karıştırın, sonra uçucu yağları karıştırın, her yağ damlatıldıktan sonra 10 dk. kadar saat yönünde karıştırın, üstü kapalı olarak 8 saat bekletin, süre sonunda tekrar karıştırın ve bu karışımla masaj yapın..
……………….
Kas tutulmalarında kullanılabilecek masaj yağı;
30 ml üzüm çekirdeği yağı 
4 damla biberiye uçucu yağı 
2 damla okaliptüs uçucu yağı 
Üzüm çekirdeği yağı içine uçucu yağlar damlatarak karıştırın, her damlatmada 10 dk. saat yönünde karıştırın, üstü kapalı 8 saat bekletin, süre sonunda tekrar karıştırın ve ihtiyaç olduğunda kullanabilirsiniz..
………………..
Bilgiler ve tarifler “Tıbbi Bitkileri Doğru Kullanma Rehberi” kitabından altındır
Sağlıklı, şifalı günler dileriz... :)

www.purneva.com

20 Şubat 2015 Cuma

Vücutta Biriken Kimyasallarla Oluşan Hastalıklar




Etler, beyaz pirinç, beyaz ekmek, beyaz şeker gibi rafine edilmiş besinler, şekerlemeler, yağlı ve kızartılmış yiyecekler, aşırı protein gibi asidik besinler ve aşırı yemek sonucunda, beden fazla asidik hale gelir ve bir çok hastalık ortaya çıkar. Besinlerimizdeki bütün koruyucu, renk ve tat verici kimyasal maddeler, hava kirliliği, sigara ve alkol kullanımı sistemimize kimyasal zehirler ekler. Bu zehirlli atık ürünlerin bir kısmı böbrekler ve bağırsaklar tarafından veya terleme yoluyla deri tarafından dışarı atılabilir. Fakat birçok zehir hücrelere, organlara, salgı bezlerine, atar damarlara yapışır. Bunlar kan dolaşımının içinde akar; yok edilmeleri daha zordur.

Doktorlar hastalıkların temel sebebini dışarıdan gelen şımarık "mikrop"lar olmadığını bedendeki bu şehir birikiminin etken olduğunu kabul ediyorlar. Gerçekten de bakteriler ve virüsler, saflığını kaydederek zayıf düşen bedenimizi daha kolay etkiler. Mikroplar ve virüsler çevremizdeki havada, yediğimiz besinlerde, bedenimizde her an mevcuttur. Ancak sistemimiz onlara çoğalacak şansı verdiğinde karşı koyamayız. Bu nedenle birçok kişinin aynı hastalık mikrobunu taşıdığı halde sadece bazılarının hastalığa "yakalandığı" ileri sürülür.

Hastalık, bedenin normal işlevlerini yapmasını engel olan atıklardan, mukus ve zehirlerden temizlenme çabasıdır. 

Bedenin gerçek sağlığına kavuşması için sadece hastalıktan kurtulmuş olunması yetmez, tüm birikmiş zehirlerden  de temizlenmesi gereklidir.

Bedenin saf olmadığını ve hastalığa eğilimli olduğunu gösteren ilk belirtiler, sabah burunda ve gırtlakta çok miktarda balgam brikimi, dolu veya "akan" burun, deride soluk renk, sinirlilik, paslanmış dil, kötü soluk, rahatsız edici beden kokusu, baş dönmesi, gaz, baş ağrıları, midede ağırlık hissi, az iştah, kanlanmış gözler, terlemedir. 

Yukarıdaki belirtilerden herhangi biri görülüyorsa, bunun bedeninizi temizlemeniz gerektiğini gösteren bir uyarı olduğunu bilmelisiniz. Doktorlar uzun süreli iç-zehirlenmenin zihinsel güçlerde azalma, sık sık baş ve sırt ağrısı, görme güçlüğü, aşırı yorgunluk, kaslarda sızlama, kulak çınlaması, kaba öksürük ve tozlara karşı aşırı hassasiyete yol açabileceğini söylemektedir.

İç"kir"lenmenin neden olduğu bazı ortak rahatsızlıklar şu şekilde açıklanır;

Deri Reaksiyon
Kan, deri aracılığıyla zehirleri atmaya çalışır. Bu zehirlerin biriktiği yerlerde yara, çıban ve sivilce oluşur.


Gaz
Bağırsaklardaki sindirilmemiş besinlerin çürümüş atıkları kokulu gazlar oluşturur ve bu gazlar kısmen kana karışarak daha fazla zehirlenmeye yol açar. Basurların sebebi genellikle gazlardır. Bu gazlar bağırsaklardan yukarı çıkarak karın bölgesine ve mideye de geçebilirler, midede ve bağırsaklarda gerilmelere ve sonuçta geğirmelere neden olurlar. Bunlar ağızda kötü kokulara ve ekşi tada yol açar.


Kabızlık
Kabızlık, bağırsakların zehirli atık ürünlerle tıkamasıdır ve birçok hastalığın temel nedenidir.bu durumda bağırsağın tüm iç yüzeyi sindirim sıvılarının salgılanmasını azaltan ve sindirim gücünü yavaşlatan yapışkan bir mukus tabakasıyla kaplanır. Buna catarrh denir. Daha fazla atık maddenin eklenmesiyle kalınlaşan ve katılaşan bu tabaka, bağırsak boşluğunu besinlerin geçmesini engelleyecek kadar doldurur.

AteşAteş, bedenin kendini temizlemesi için doğal bir yoldur. Beyaz kan hücreleri içerideki zehirlere karşı savaşırken metabolizma hızlanır ve bu nedenle beden ısısı yükselir.


Safra ve Böbrek Taşları
Bunlar safra kesesinde ve böbreklerde biriktirilmiş kristalize zehirlerdir. Kum taneciği kadar küçük veya safra taşlarındaki gibi kaz yumurtası kadar büyük olabilirler.


Siğiller
Siğiller, birikmiş atıklar nedeniyle oluşur, el ve ayak dokularında yerleşir.


Damar Sertliği ve Yüksek Tansiyon
Zehirli atıklar ve yağlı maddeler kan damarlarının iç yüzeyine, özellikle ince kılcal damarlara yapıştığında ve kan akışını engellediğinde kalp kası kanı bu daralmış damarlardan geçirmek için daha çok çalışmak zorunda kalır. Kalp büyür, yüksek tansiyon, kan pıhtılaşması, kalp krizi ve çarpıntı sonuçlarını doğurur. Aynı zamanda böbrekler ve endokrin  salgıları da bedeni zehirlerden temizleme çabasıyla kan basıncını artıracak çeşitli kimyasal maddeler salgılar. Yüksek tansiyonun ilk uyarıcı belirtileri baş ağrısı, baş dönmesi, soluk tıkanması, kalp çarpıntısı ve terlemedir.


Zihinsel ve Duygusal Rahatsızlık
Zehirli atıklarla aşırı yüklenmiş bir beden beyne yeterli oksijen ve enerji gönderemez. Toksik atıklarla doymuş durumda olan beynin düşünme süreci de bozulur.


Artrit
Eklem yerlerindeki kemiklerin uçları kemiklerdeki sürtünmeyi destekleyen yumuşak bir kıkırdak ile kaplıdır. Bu kıkırdakları yağlayan sıvıda atıklar biriktiği vakit eklemler şişer, eklem uçları katılaşır, sivrilir, kıkırdak kurur ve gevrekleşir. Yavaş yavaş sıvı salgılanması tamamen kurur ve eklemlerin karşılıklı uçlarında artrit olarak adlandırılan bir rahatsızlık ortaya çıkar.


Alerji ve Astım
Ciğerlerdeki broş tüpleri ağaç kökleri gibidir. Nefes borusundan gittikçe daha ince tüplere dallanır ve küçücük hava keseleri ile biter. Bedendeki aşırı zehirden ve özellikle asidik atıklardan dolayı bu tüpleri kaplayan mukus tabakası tahriş olur ve iltihaplanır. 


Sonra broş salgıları aşırı aktif hale gelir ve bu tüplerin içinde mukus birikir. Bu zehirli atıkları nötrleştirmek içinde mukus birikir. Bu zehirli atıkları nötrleştirmek için beden histamin enzimi salgılar. Fazla miktarda histamin salgılanması hastada öksürük, aksırık, burun akması, göz sulanması gibi alerjik reaksiyonlara sebep olur.

Tahriş edici bir maddeyi solumak da ani alerji ve astım krizine yol açabilir. Alerjik bir reaksiyon, belirli yiyeceklerin alınmasıyla veya böcek ısırması sonucunda meydana gelebilir. Bu tür reaksiyonlar atıkların derinin gözeneklerinden dışarıya çıkma yolu bulmaya çalışmasından ötürü oluşan egzama, sivilce, çıbanlardır.

Karaciğer Rahatsızlıkları
Karaciğer, bedendeki bütün zehirleri nötrleştiren ve ortadan kaldıran filtre gibidir. Hasta karaciğer kirle tıkanmış bir filtreye benzer. Besinlerdeki yağları tam olarak sindirmek için yeterli safrayı salgılayamaz. Zehirle yüklü safranın kan dolaşımına karışması sarılık hastalığına neden olur; sertleşip taşlaşması ise safra taşlarını oluşturur.


Diş Çürümesi
Vücuttaki zehirli atıklar diş çürümelerine ve ağız bozukluklarına da sebep olurlar. Bu atıklar diş minesinin yapısını da eritir ve diş içini parçalar. Diş etinin yavaş yavaş dejenere olması sonuçta diş kaybına sebep olur.


Kaynak: ailem.com

www.purneva.com

28 Ocak 2015 Çarşamba

Hastalıklar bozulan enerji merkezlerinden kaynaklanır







Vücudumuzda 7 enerji merkezi (çakra) bulunmaktadır bunların her biri bir organı temsil eder. Çakraların kapalı olması temsil ettiği organın bozulmasına ve orada hastalıkların oluşmasına neden olmaktadır.

1- Birinci çakra (Kök çakra): Kuyruk sokumu üzerindedir. Burada böbrek üstü bezleri vardır. Böbrek üstü bezleri, her iki böbrek üzerindedir ve beden sıvılarının kimyasal yapısını kontrol ederler.

2- İkinci çakra (Sakral): Göbek deliğinin altında, karın bölgesindedir. Burada yumurtalıklar, erbezleri ve prostat bezi vardır. Bu çakra hem cinsel, hem de yaratıcı enerjiyi kontrol eder.

3- Üçüncü çakra (Solar pleksus–güneş sinir ağı merkezi): Mide çakrasıdır. Göğüslerin altında göbek deliğinin üzerindedir. Burada mide, karaciğer, dalak gibi organlar bulunmaktadır. Salgı bezi olarak, midenin hemen arkasında pankreas vardır. Pankreas insülin salgılar, bu da kan şekeri düzeyinin dengelenmesinde ve karbonhidratların metabolizmasının kontrolünde önemli rol oynar.

4- Dördüncü çakra (Kalp çakrası): Göğüslerin ortasındadır. Burada timüs bezi bulunur. Timüs bezinin çalışması ile bağışıklık sistemi arasında yakın bir ilişki vardır.

5- Beşinci çakra (Boğaz çakrası): Önde gırtlak çıkıntısından başlayarak boynun arkasında, omurilik soğanının hemen altında son bulur. Burada tiroit bezi vardır.

6- Altıncı çakra (Alın çakrası–üçüncü göz): Alın üzerindedir. Burada hipofiz salgı bezi vardır. Bu bezin işlevi,

büyümeyi ve metabolizmayı kapsayan hormonları salgılamaktır. Bu çakra hem fiziksel, hem de spiritüel anlamda görme ile doğrudan bağlantılıdır.

7- Yedinci çakra (Taç çakra): Başın üst kısmında bulunmaktadır. Burada epifiz salgı bezi vardır. İşlevi tıbbi açıdan tam olarak kanıtlanmamış olsa da büyüme ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Melatonin salgılar.


Çakralar neden kapanır? Çakralarımız şu nedenlerden dolayı kapanabilmektedir:

1- Beyinsel çatışmalardan,
2- Stresten,
3- Kötü düşüncelerden,
4- Psikolojik baskılardan,
5- Affetmemeyi bilmemekten,
6- Ses ve hava kirliği,
8- Kötü beslenme.

Çakralardaki dengesizlerin sebep olduğu sıkıntılar;

1. Çakra; Var olmak için maddi iradeyi temsil eder. Bizi maddi dünyaya bağlar. Bu çakradaki dengesizlikler, güvenlik ihtiyacı, iyi yiyecek, maddi sahip olma, tutku, saplantı olarak kendini gösterebilir.
Duygusal direncimiz düşük, her konuda endişeli, kendinde başarma güce hissedememe gibi duygular yaşayabiliriz.

Yukarı çakralarımız çok gelişmiş ama bu çakramızda problem varsa, baskın duygumuz, kendini bu dünyaya ait hissedeme, ait olamama hissidir.

Kök çakramıza sedir ve karanfil uçucu yağları ile hazırlanmış karışımımızdan sürerek, bu karışımı koklayarak, üzerimizde kırmızı bir şey taşıyarak veya giyerek dengeleyebiliriz.

Renk: Kırmızı Aromaterapi: Sedir ve Karanfil

2. Çakra; Varlığın yaratıcı üremesidir. İlkel duygular, cinsel enerji ve yaratıcılığın merkezidir. Karşı cinsle olan ilişkilerimiz, kendimiz açma kapasitemizi belirler.

Bu çakradaki dengesizlik, kendini tensel mesajlara kapatmak, şefkat eksikliği, yaşamın gözümüze kasvetli görünmesi olarak kendini gösterir.

Sakral çakramızı dengeye sokmak için, 2. çakra için hazırlamış olduğumuz, ylang-ylang yağı ile sandal ağacı uçucu yağı karışımından oluşan yağı bu bölgeye uygulamak, karışımı koklamak, üzerimizde turuncu renkli bir şey bulundurmak, giymek iyi gelecektir.

Renk: Turuncu Aromaterapi: Ylang-ylang ve Sandal Odunu

3. Çakra; Güç merkezimizdir. İnsanlar, maddi dünya ile bağlantı şeklimizi belirler. Duygusal enerjiyi buradan yayarız. Huzur - iç dengenin belirleyicisidir.

Bu çakranın dengesiz çalışması, iç huzursuzluğu, kendinin gerçek değerini bilememe, bazı durumlarda, üzgün, kırgın hissetme, mücadeleden kaçma, kendini soyutlamak şeklinde kendini gösterir.


Güneş Sinirağı Çakramızı dengelemek için Lavanta, Biberiye ve Bergamot uçucu yağları ile hazırladığımız çakra masaj yağımızla karın bölgemize yapacağımız masaj, bu karışımı koklamak şifalı gelecektir.

Renk : Sarı Aromaterapi: Lavanta, Biberiye, Bergamot

4. Çakra; Kendini adama, nefsini yenmenin, sevgi alma ve sevgi verme yetimizi belirler. Tüm çakra sisteminin merkezidir. Derin ilişkiyi burada ifade ederiz. Bu çakradaki dengesizlikler, sevgiyi almakta zorlanma, sevgi karşılığında takdir bekleme, sevgiye bağımlı olmak, kırılganlık şeklinde kendini gösterebilir. Kendimizi üzgün ve kederli hissedebiliriz.

Bu çakrayı dengeye getirmek için, gülyağı ile hazırlamış olduğumuz çakra yağımız ile kalp enerji merkezimize masaj yapmak, bu kokuyu koklamak, % 100 saf gülsuyu sürmek şifa sağlayacaktır.

Renk: Yeşil ve Pembe Aromaterapi: Gül

5. Çakra; Boğaz enerji merkezimizi dengeler. İfade, iletişim, esin yeteneğimizi belirler. Kalbimizden gelen sesin, iç yaşamımızın ileticisidir.

Bu çakradaki dengesizlikler duyguları yansıtmakta zorluk, kalbinden geçeni ağzından çıkaramamak ya da dilimizin, soğuk, kaba, insanlara karşı kırıcı olmamıza neden olur. Boynumuzu içeri çeker, kendimizi, fazla yükten, yeni saldırılardan koruruz.

Boğaz çakramızı dengelemek için adaçayı ve okaliptüs ile hazırladığımız çakra masaj yağımız ile boğaz bölgemizi ovmak, bu karışımı koklamak şifalı olacaktır.

Renk : Açık Mavi Aromaterapi : Adaçayı ve Okaliptüs

6. Çakra; 3. göz denilen yüksek zihinsel güçlerimizin, entellektüel kapasite, hafıza ve irademizin merkezidir.

Uyumsuz çalışması durumunda, hayatı akıl ve düşünceyle belirleme, her şeyi çok fazla detaylı düşünme, düşünce içerisinde kaybolma, zihni durduramamak gibi hallere sebep olur.

Bu Çakrayı dengeye sokmak için, Nane ve Yasemin uçucu yağları ile hazırlanmış 3.göz çakra yağımızla iki kaşımızın arasına masaj yapmak, bu karışımı koklamak, kendimize manevi çalışmalar için zaman ayırmak iyi gelecektir.

Renk: Koyu Gece Mavisi
Aromaterapi: Nane ve Yasemin Uçucu Yağları

7. Çakra; İlahi güçle birliği burada yaşarız.

Tepe çakradaki uyumsuz çalışma, kendimizi bolluk ve bütünlükten ayrı ve korku hissetmek şeklinde kendini gösterebilir.

Çok yüksek bir dağın tepesi, gökyüzüne yakın olmak, mor renk, günlük ve lotus uçucu yağları, 7. çakramızı dengeye getirmenin yoludur.

Renk: Mor Aromaterapi: Günlük ve Lotus Uçucu Yağları









15 Ocak 2015 Perşembe

BAŞLICA HASTALIK SEBEPLERİ



Fazla yemek: Çok yemek yenildiği zaman midenin daha çok enzime ihtiyacı olur. Enzimleri yapmak vücut için çok güçtür ve kıymetli maddeler gerektirir. Normal bir insan için 250 gr yemek yeterlidir. Bunu hazım ettirmek için kalp hiç zorlanmadan rahat çalışır. 2 kat yemek yenirse, kalbin yemeği hazım ettirmesi ve fazlalıkları çıkarttırması için 4 kat daha fazla çalışması gerekir. Bu da kalp için çok ağırdır. Mesela bir araba düzgün bir yolda hiç zorlanmadan harcadığı benzinin 2 katını taşlı, bozuk, dik yolda harcar. Mesafe aynı ama harcadığı benzin farklıdır. Böyle zorlanarak devamlı çalıştığında motor harap olduğu gibi insanın kalbi de devamlı ve çok çalışmaktan harap olur ve çabuk eskir. Genç insanlarda organlar kuvvetli olduğu için yenilen yemekleri hazım edebilir ve fazlalıklarını çıkarabilir. Fakat organların üzerine fazla yük bindiği için çok çalışmaktan çabuk eskir, kuvvetini kaybeder, zamanla fazlalıklarını çıkaramaz olur, depo yapar,vücudu yağ ve kireç toplamaya başlar.Bazı insanlar çok yemelerine rağmen hep zayıf kalır ve bu durumlarının iyi olabileceğini düşünür. Hâlbuki hal öyle değildir. Çok yiyip zayıf kalanlar çok yiyip şişmanlayanlardan daha kötü durumdadırlar. Çünkü şişmanlar karışık ve yanlış yedikleri yemekten oluşan zehirlerin bir kısmını, vücudun topladığı yağlarda depolayarak, bu zehirlerin organları tahrif etmesini kısmen önleyebilmektedirler.Ancak çok yiyerek zayıf kalanlarda zehirli maddeler sürekli vücut içinde dolaşır.Böylece damarlarda, eklemlerde, organlarda ve kaslarda depolama yapar. Bu insanlar genelde sinirlidirler, sık hastalanırlar ve uyku bozukluğu yaşarlar.

Karışık yemek: Birbirine uygun olmayıp, hazım için ayrı enzim isteyen yemekler karışık yenirse hazım olunmaz çürür veya mayalanır. Örnek olarak karbonhidratlar ve proteinler birbirine zıt düşer. Çünkü bunların parçalanabilmesi için her ikisinin ihtiyaç duyduğu enzimler birbirine zıttır. Bu zıtlık her iki enzimin birbirini yok etmesini sağlayarak, hazmın gerçekleşmesini engeller ve böylece hazım yapılmayınca çürüme başlar. Hazım olunamayan yemek, bağırsakta toplanır ve zamanla bağırsağı genişleterek cepler oluşturur. Bu ceplerin içinde dışkısal taşlar toplanır ve yıllarca orada saklanır. Böylece bağırsağın duvarları kanalizasyon boruları misali zehirli artıklarla kaplanır. Buna bağlı olarak bağırsak ağırlaşır, hareketi yavaşlar ve sonuçta kabızlık meydana gelir. Bu durumda vücudun intoksikasyonu katastrofik şekilde büyür. (vücutta toksin birikmesi katlanarak artar) Vücut çok halsiz kalarak yorulur, gaz ve uyku meydana gelir.Çürümüş yemekler bağırsağı zehirleyerek kana karışır. Kandan bütün organlara vehücrelere yayılarak onları zehirler ve hastalıklara yol açar. Çürümüş ve mayalanmış yemeklerden oluşan tuzlar vücutta kireçlenme yapar.

Çok sık yemek : Yemeğin hazmını beklemeden bir şeyler yemektir. En hafif yemek 4 saatte hazım olunabilir, yemeğin ağırlığına göre hazım süresi 6–10 saate kadar uzayabilir. Bu zamandan önce bir şey yemeye başlayınca mide hazmını tamamen değiştirir ve midedeki diğer yemekler, karışık yemek gibi,hazım olmadan çürümeye başlar ve hemen gaz ve şişkinlik oluşur.

Ters yemek: Proteinli yiyecekler (et, yumurta, peynir vs.) midede uzun zamanda hazım olunur. Karbonhidratlar, tatlılar, beyaz undan yapılmış yemekler, patates, meyve vs. midede çok durmadan bağırsağa geçerek orada hazmedilir. Su direk bağırsağa geçer. O yüzden önce su içmeli sonra meyve veya tatlı yenilmeli.Sonra sebze ve proteinli yiyecekler yenilmeli. Önce yemek yenilip, sonra meyve veya tatlı yenilirse, meyve hazım olmak için bağırsağa geçemez mayalanır, bütün yemek bozulur, çok gaz olur. Yemekten sonra su veya çay içilirse, yemekten ayrılmadığı için mideyi genişletir ve hazmı zorlaştırır. Midede mayalanmış veya çürümüş yemek helal olmaz.

Bekletilmiş eski, ısıtılmış ve hazır yiyecekler: Taze sebze ve meyveler güneşten aldıkları enerji ile dopdoludur. Vücuda çok enerji verirler ve hazmı kolaydır. Pişirilince güneşten aldıkları enerjiyi tamamen kaybederler. Bu yemekler eskiyince (2–3 saat geçince) hiç bir enerjisi kalmaz toprak gibi olur. Eskimiş ve doğal olmayan hazır yiyeceklerin hazmı çok zor veya imkânsızdır. Yemekler piştikten sonra soğuk olarak yenilebilir (et, yumurta, sebze yemekleri, tatlılar ).Fakat fayda beklememelidir. Beklemiş zeytinyağlı yemeği tekrar ısıtmak mümkün değildir. Mikro dalgalı fırında ısıtmak ise daha tehlikelidir. Fırın çalıştığı sürece mikro dalgalar, dışarıya sızarlar ve insan vücuduna zarar verirler.

Zararlı düşünceler ve hareketler: Zararlı düşünceler vücutta fazla miktarda hormonlar çıkarır. Bu hormonlar kana karışarak zararlı zehirler çıkmasına sebep olur. Bu zehirler beyindeki su havuzlarını bulandırarak çok sinir yapar ve psikolojik ve diğer hastalıklara sebep olabilir. Sinirli olan insanlarda, karaciğer sertleşmesi, çeşitli kalp hastalıkları ve dalak hastalıkları meydana çıkmaya başlar.

Çiftçilikte kullanılan ilaçlar: (Hormonlar, suni gübreler, D.D.T ve başka zehirli maddeler) Bu ilaçlar ve D.D.T, kullanan insanların vücudunun hücrelerinde toplanarak bütün hayatı boyunca etki yapıyor. En çok da karaciğer, yumurtalıklar ve beyne zarar veriyor. Belki şimdi D.D.T kullanılmıyor fakat 35–40 yaşlarından büyük insanlarda D.D.T’den meydana gelen hastalıklar hâlâ var. Çünkü önceden kullanılan D.D.T hiç bir şekilde etkisini kaybetmez, bütün hayatı boyunca vücut onu çıkaramaz ve çocuklara da anneden süt ile geçer; çocuklara zarar vermeye devam eder.

Ev temizliğinde kullanılan temizleyici ve deterjanlar : Ev temizliğinde kullanılan deterjanlar, mikroplara ne kadar zarar veriyorsa akciğer, karaciğer ve beyne de aynı şekilde zarar verir. Bütün hastalıklara, ayrıca mantara yol açar.Klorlu deterjanlar (Tuz ruhu, çamaşır suyu, kezzap) bağırsak kanserine ve ağır akciğer hastalıklarına sebep olur. Bu kimyasal maddeler nasıl vücudu yıpratır zarar verirse hastalıkları tedavi için kullanılan bütün kimyasal ilaçlar ve haplar da (Ağrı kesici dâhil) vücudu yıpratıyor ve zehirliyor.

Bu yanlışlıkların hastalıklara yol açma sebepleri:
Bozulmuş, çürümüş ve mayalanmış yemekler bağırsağa inince bunların meydana getirdiği zehir kana karışır, organlar alarma geçer. Vücudu korumak için bademcikler şişer, o zaman bademcikle mücadele ve onu aldırmak yanlışlık ve haksızlıktır. Zaten yemekleri düzeltince bademcik şişmesi olmaz. Çürümüş yemekler bağırsağa inince, bağırsağın içindeki artıkları, zehirleri kana karıştırmadan çıkarma görevi yapan kılları çürütür. Bağırsakta kısım kısım kelleşme olmaya başlar. Kılların dökülmesiyle kelleşen yerlerdeki yaralar koruma görevi yapamayıp faydalılarla birlikte zararlı bütün zehirleri kana karıştırmaya başlar. Bağırsaktan zehirleri toplayan kan direk karaciğere geçer. Görevi kanı temizlemek, oradan kalbe, akciğere ve bütün hücrelere yaymak olan karaciğer kandaki pisliği, yağları ve zehirleri kendinde toplar ve büyümeye başlar. Kanı temizleyemez hale gelir. Hayat boyu vücut zehirli kanla çalışır. Dolaşan pis kan hücreleri kirletir. Allah’ı zikirden vazgeçer, zikirden ayrılan hücreler hasta olur.

“Allah’ı zikirden ayrılmayan hayvanı avcı avlayamaz.”

Hadis-i Şerif Zikirden ayrılmayan organ hastalanamaz. Karaciğerin dolmasına kadar bütün hastalık sebepleri aynıdır. Karaciğer hasta olduktan sonra insanın tabiatına göre farklı hastalıklar meydana gelmeye başlar. Onun için hangi hastalık olursa olsun sebebi aynıdır. O zaman tedavi de aynıdır. Önce yemekleri düzeltmeli, sonra bağırsak temizlenip çalıştırılmalı, sonra karaciğer temizlenmeli, ondan sonra diğer hastalıklar tedavi edilmelidir. Hz. Allah’ın insan vücuduna verdiği kanunlara göre tedavi yapılabilir. Bu kanunu değiştirmek ve başka tedavi şekli imkânsızdır. Yemekleri düzeltmek için yemeklerin faydasını ve zararını bilmek lazımdır. Faydalı ve şifalı yemekler cennet yemekleridir Âdem a.s.’a verilenlerdir: su, bal, meyve, sebze, süt.

Gerçek Tıp - Yitik Şifanın İzinde kitabından alıntı

www.purneva.com


2 Aralık 2014 Salı

Tasavvufta yeme içme kültürü ve sofra adabı; "Derviş Sofraları"



1959 yılında Gümüşhane’de doğan ve ODTÜ Kimya Bölümü’nü bitirdikten sonra çeşitli şirketlerde yönetici olarak çalışıp 2001’de kendisini yemek kültürüne adayan Sahrap Soysal, "Derviş Sofraları" adını verdiği 400 sayfalık kitabında Mevlevi, Alevi Bektaşi ve Ahi yemeklerini tanıtıyor.

Kitap, Kaygusuz Abdal’ın uzun “Yeme İçme Destanı” ile başlıyor, tasavvuf ve geçmişteki tarikatlar ile Osmanlı İmparatorluğu’ndaki işlevleri konusunda kısa tanıtım ile devam ediyor.

Sonra, geniş kapsamlı tasavvuf erbabının yeme içme kültürü ve adabı incelenip, çorbalar, et yemekleri, pilavlar, tatlı ve helvalar ile hoşaflar, tekke yemekleri kültüründe yer alma şekliyle inceleniyor. Daha sonra da kitabın en geniş kapsamlı bölümü olan yemek tarifleri bulunuyor.

Yemek tarifleri bölümünde bamya çorbasından Mevlevi sütlacına, Belh Özbek pilavından Baklava Sufi’ye kadar 63 Mevlevi yemeği tarifi var. Ovmaç çorbasından pekmezli hasudaya, şaştım aşı yemeğinden cevizli yumurta tatlısına kadar da 17 Ahi yemeği tarifi bulunuyor. Tavuklu Bektaşi pilavından Pohut tatlısına, tahinli haşhaşlı kömbeden ekmek helvasına kadar da 63 Alevi Bektaşi yemeğinin tarifi var. Yani toplamda 143 yemeğin tarifi kitapta yer alıyor. Tarifler arasında da Mevlana’dan Yunus Emre’ye kadar birçok güzel deyiş yer alıyor.

Sen canı da bir bil, bedeni de
Yalnız sayıda çoktur onlar alabildiğince
Hani bademler gibi, bademler gibi
Ama hepsindeki yağ bir
Hz. Mevlana

Derviş Sofraları Kitabından, Tasavvuftaki Yeme-İçme Kültürüne Ait Bazı Hususlar: 

- Meyve hamken dala tutunur, tıpkı dünya malına yapışmış ham insan gibi; olgun meyve kendin bırakır yere, tıpkı dünya malında gözü olmayan olgun insan gibi…

- Ahi Evran’ın kurduğu Anadolu’daki bir esnaf örgütlenmesi olan ve tasavvufi bir nitelik taşıyan Ahi toplantılarında, uzun ve soğuk geçen kış toplantılarında sohbet ve oyun oynanırdı. Özellikle helva sohbetleri meşhurdu. Bu toplantılarda hindi dolması, börek, gözleme gibi yiyeceklerin yanında baklava, revani, kaymaklı kayısı tatlıları yenir, şerbet ve boza içilirdi. Helva olarak çoğunlukla gaziler helvası veya sütlü irmik helvası yenirdi.

- Ahilik geleneğinin çeşitli uzantıları oldukça azalarak da olsa birçok yerde değişik isimlerle devam etmektedir. Kütahya ve Çankırı’da yaren teşkilatı, Ankara’da delikanlı teşkilatı, Antalya’da keyif (gezmesi), Kastamonu’da erfane, Tokat ve Şanlıurfa’da sıra gezme…vb.

- Kütahya’nın Gediz ilçesindeki “yarenlik” teşkilatı toplandığında, önce sütlü ya da yoğurtlu bir çorba yenir. Arkasından hindi kızartması veya dolması ile su böreği yenir. Ağız değiştirmek için yenen helva ya da höşmerimden sonra bol limonlu bamya, pilav ve hoşafla yemek sona erer. Gecenin ilerleyen saatlerinde sazlar çalınıp türküler söylenir ve oyunlar oynanır. Geç vakit helva ve kabak tatlısı yenir.

- Ceviz ve badem gibi kuru yemişlerin sert kabuğu, şeriatı; içleri hakikati; ince zarı da tarikatı temsil etmektedir…

- Tekkelerde sofraya ilk olarak tuz, ekmek ve su getirilirdi. Tuz dengeyi simgelerdi, aynı zamanda adalet ve faziletin işaretiydi. Adalet ve fazilet olmadan nefsi eğitmek, insanı kamil mertebesine ulaşmak mümkün değildir. Yalnızca kamil insanın hareketleri ölçülüdür, dengesini bulmuştur. Aynı şekilde tuz da yemeğe katıldığında ona tadını kazandırır ve yemek de ölçülü bir lezzete kavuşur.

- Ahilikte yola girecek olan kişiye tuzlu su içirilerek öğütte bulunulurdu. Çünkü Ahi inancına göre tuz, kalpteki hiddet ile inadı yok eder, su ise kin ve hasedi söndürürdü. Aynı geleneğe göre bir başkasıyla tuz-ekmek yemek, onunla sözleşmek, akitleşmek demekti.

- Helva ve pilav, hemen hemen bütün tasavvufi topluluklarda özel önem verilen yiyeceklerdendi. Helva pişirme adetinin Adem Peygamber’den kaldığına inanılır. Cennetten kovulduktan sonra suçunu kabul edip tövbe eden Adem Peygamber, tövbesi kabul edilince şükran yemeği olarak helva yapmıştır. Günümüzde de helva yapıldığında komşulara dağıtma ve mümkünse birçok kişiyle birlikte helva yeme geleneği yaygındır. Pilav kâsesine beraber kaşık sallamak, birliğin ve bir olmanın bir ifadesi olarak görülürdü.


YEMEKLERDEN TARİFLER

NOKUL (AHİ YEMEĞİ)

Malzemeler: 1 su bardağı ılık süt, 1 su bardağı yoğurt, 1 su bardağı eritilmiş margarin, 1 tane yumurta, 1 paket kabartma tozu, 1 çay kaşığı tuz, alabildiğince un.

Yapılışı: Derin bir kabın içine ılık sütü, yoğurdu ve eritilip ılıtılmış yağı koyun, yumurtayı kırıp kabartma tozunu ve tuzu ilave edin. Unu azar azar üzerine serperek yoğurmaya başlayın. Kulak memesi kıvamında ve elinize yapışmayacak bir hamur elde ettiğinizde hamuru toplayın. Unlanmış tezgáhın üzerine koyun. İki avucunuzla hamuru yuvarlayıp uzatarak 4-5 santim çapında rulo haline getirin. Üzerine hafifçe bastırın. Ve keskin bir bıçakla hamuru 4-5 santim genişliğinde kesin. Bu arada fırın tepsisini yağlayın veya fırın káğıdını serin. Hazırladığınız hamurları aralıklı olarak dizin. Üzerine çatalı batırıp şekil verin. Fırını 180 derece alt-üst konumuna getirip 5 dakika ısıtın. Sıcak fırında en az 40 dakika kenarları hafif kahverengi oluncaya kadar pişirip çıkartın.

GALACOŞ (ALEVİ BEKTAŞİ YEMEĞİ)

Malzemeleri: 2 tane tandır ekmeği ya da bazlama veya yarım somun ekmek, 2 su bardağı yeşil mercimek, 2 su bardağı süzme yoğurt, 2 su bardağı ılık su, 2 tane orta boy kuru soğan, 2 diş sarmısak, 100 gram tereyağı, 2 çay kaşığı tuz.

Yapılışı: Mercimeğin üzerine çok az çıkacak kadar su koyup iyice yumuşayıncaya kadar haşlayın. Süzüp bir kenarda bekletin. Süzme yoğurdu, 2 su bardağı ılık su ile karıştırarak ayran kıvamına getirin. Üzerine dövülmüş sarmısak ekleyip karıştırın. Tereyağını tavaya koyup üzerine incecik kıydığınız soğanı ilave edin. Sararıncaya kadar kavurun. Üzerine tuz serpip 2-3 dakika daha kavurmaya devam edin. Bu karışın üzerine 1 su bardağı su ekleyip kısık ateşte soğanlar iyice yumuşayıncaya kadar pişirin. Diğer tarafından ekmekleri kuşbaşı şeklinde doğrayıp fırında iyice kuruyuncaya kadar kızartın. Soğuyunca da yuvarlak veya kare cam bir kaba yan yana dizin. Üzerine sarmısaklı yoğurdu gezdirin. Haşlayıp süzdüğünüz mercimeği de üzerine ekleyin. En üste tereyağlı soğanı gezdirip servis yapın.

BAMYA ÇORBASI (MEVLEVİ YEMEĞİ)

Malzemeleri: 250 gram kuru çiçek bamya, 250-300 gram kuşbaşı kuzu eti, 50 gram tereyağı, 2 tane orta boy kuru soğan, 8-10 bardak sıcak su, 1 çay kaşığı tuz, 1 sıkım limon (1 kahve fincanı koruk suyu).

Yapılışı: Bamyaları temiz bir bezin arasına alıp tüylerinin dökülmesi için ovun. Tuzlu suda yumuşayıncaya kadar haşladıktan sonra suyunu süzüp iplerini çıkartın. Eti ve tereyağını orta boy tencereye koyup en az 5-6 dakika kavurun. Sonra sıcak suyu ekleyip tencerenin kapağını kapatın. Et yumuşayıncaya kadar en az 30 dakika pişirip tuz atın. Bamyaları ve koruk suyunu etin üzerine aktarın. Çorba kaynayınca ocağın altını kısın. Kısık ateşte bamya yumuşayıncaya kadar 20-30 dakika pişirdikten sonra ocaktan alın ve servis yapın.

                                                   Alevî-Bektaşî yemekleri

Akşam aşı 
Ayva dolması
Dut çullaması
Hingel
Katmer
Kaygana
Babuko
Kavut



Mevlevî yemekleri

Bamya çorbası
Beyaz yahni
Bademli un helvası
Ciğer çorbası
Ballı tarçınlı revani
Pırasa kalyesi
Vişne hoşafı
Gül şerbeti


Ahi yemekleri

Ayranlı çorba (katıklı çorba)
Ehlibilir un kurabiyesi
Höşmerim
Kızılcık şerbeti
Kuru üzüm hoşafı
Nokul
Sütlü çorba
Şaştım aşı


www.purneva.com